Unutulduğun bir kalp, anımsandığın bir hatıra…
Unutulduğun bir kalp, anımsandığın bir hatıra…
– Özlem Doğan –
“Bunca yıllık hayatımda benim mâzim, seni tanıdığım şu zaman diliminden ibaret” dediğim günün üzerinden yıllar geçti. Ben senden önce yaşanmamış saydığım yıllarımın etkisiyle bilenen bir bıçak gibi keskindim, sen benden daha kısa ömrünü sırtına umursamazca yüklenmiş dervişane bir sevgiliydin… Yıllar su gibi akıp geçti, fırtına oldu esti, savurdu ikimizi de başka başka hayatlara. Eskiden geriye dönüp baktığımda sen vardın, şimdi ise üzeri sisli hatıralar…
Rüzgârın yüzümüzü ve ruhumuzu okşadığı bir Mayıs ayı idi. Yollarımızın ayrılacağı o günün arifesinde fonda “sana sarı laleler aldım çiçek pazarından” şarkısı çalıyordu. Ertesi gün Heybeliada’ya geçtik. Atları severdik lakin faytona bindik. Birbirimizi de sevmiştik ama yine de incindik ve incittik. At nalı sesleri arasında ağaçlar ve kuşlar yanı başımızdan geçip giderken deniz bizi selamlıyor, Ada Vapuru adaya yeni yolcular taşıyordu. Seni o gün son görüşümdü, biliyordum. Bu yüzden “Cem Sultan’ın Hapishane Günlüğü”nü dinlettim sana. Şimdi kendi hapishanemde kendi günlüğümü yazıyorum…
Elvedalaşıp gittiğin günden sonra kendine yeni bir hayat kurduğunu duydum. Eski sevdalıların bahsettiği o yazlık sinemalar çoktan kapanmış, çocuklar sokaklarda oynamayı bizden çok daha önce bırakmıştı ama şiirler şimdi tatsızlaşmış, şarkılar şimdi yalnızlaşmıştı. Saatler hızla geçip giderken benim gönlümdeki yara da kapandı gitti. Belki unutuldum, belki unuttun, belki ben de anımsamıyorum fakat aşkın zihninden çıkmadık biz, bunu biliyorum…
Herkesin, unutulduğu bir kalp kadar anımsandığı bir hatırada da bir yeri vardır. Aşkı nakşedeceği gönülleri tayin eden kaderin sahibi olduğuna göre ayrılık da alın yazısı değil mi? Bunu kabullenmem çok uzun sürdü. Unutmayı ve alışmayı öğrendim. Unutmak zamanın, alışmak çaresizliğin bir sonucu olarak mıh gibi çakıldı senden sonralarıma…
Şimdi olgunluk evresinin beynimi ve kalbimi olgunlaştırdığı bir dönemde, çiçeklerin rengârenk açtığı bahar günlerinde aşk acısının bomboş olduğuna dair söylenip duruyorum. Oysa ikimize ait tek kare fotoğrafı yıllarca ne sildim ne de yok ettim, hâlâ duruyor. Kimse seni ve hatıralarını bir tuşla, bir çırpıda gözden çıkaracağım ölçüde bende saygınlık kazanmadı. Belki sen bile bu kadar saygın değildin, her bir huzmesi gözyaşlarıyla arındırılmış o dokunulmamış, haram göz, gayri ahlaki söz değmemiş hatıralarımız buna layıktı…
Belki bir gün seni anılarımla birlikte alıp gideceğim bu diyarlardan, belki de unutulanlar kervanına kaydı düşülmüş bir isim olarak yokluğa karışacaksın zihnimde, kim bilir? Bazen en yakın arkadaşlarım yalnızlığımdan dem vuruyor. Gülümsüyorum. Bana seni soruyorlar. Unuttum diyorum. Hâlbuki bilmiyorlar; adın dahi mücevher-i mahremimdir, ahd ile saklıyorum… Bu yüzden susmak da bir erdemdir, susuyorum…