Kadri ve Kıymet
Kadri ve Kıymet
– Aykut Artan –
Kalbimizle heceleyip dilimizle ikrar ettik,
Dermansız ayaklarımızı yollara sardık,
Hüzün gemilerini bir bir yüke sardık,
Gittik, vardık, bizim değil ne çare…
Kıymet ve kadri aynı şey mi bilmem. Bilmek ister miyim onu da bilmem. Bizim oralarda öyle derlerdi, kadir kıymet bilmeyenden dost olmaz, dostu bırak düşman da olmaz diye. Bizim ora neresi mi? Bizim orası, her geçen gün biraz daha sırtımızı döndüğümüz Anadolu işte.
Kadir kıymet bilmeyeni düşman dahi yapmayan bizim Anadolu insanın çocukları; kadri erkek, kıymeti kız ismi sanıyor artık. Hadi bunları bir kenara bırakıp değer diyelim, değer vermek olsun. Zorluyorum, zorluyorum ve yine zorluyorum, değer de desem yine yok, yine yok.
Hep dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta yani eski, eski insanlar; eski kırışık yüzler, eski nasırlı eller hafızada canlanan. Ekmeğini taştan çıkartıp, gözünü yaştan esirgemeyen, güneşin yaktığı, ama nurun aydınlattığı o insanlar. Kadınıyla-erkeğiyle bir olan insanlar. Ekmeğini hep helal kazanıp, helal olmayanı ağıza lokma diye koymayan insanlar.
Ne oldu da lokmanın helal olmayanına dönüp bakmayan bu insanların evlatları, torunları kolay kazanç kapısı arar oldu. Ne oldu da çalar çırpar hâle geldi. Ne oldu da helal olana dönüp bakmaktan vazgeçip, haram olandan kafasını çevirip kaldıramaz hâle geldi. Ne oldu, ne oldu, ne oldu? Bu böyle gidiyor, ne oldu bize geliyor ardından, çünkü biz diye bakıyoruz sorunlara, çünkü hep bir sorun var.
Bugün gelinen noktada, birçok konuda gelişen ülkemiz, birçok konuda da geriye sardı demek çok isterdim aslında. Ama bu bir geriye sarış değil, ülkemizin, toplumumuzun ve ailemizin bir bütün olarak baktığımızda, gerisinde bu denli bir yozlaşma, bu deli yobazlaşma göremiyorum.
Bizim eskide, bizim olan eskiden gelen bir ahlak, hadi geniş bir yelpazeden bakalım olaya, gelenek-görenek kültürümüzde hiç olmayan yeni yeni huylar çıktı insanımızda, özellikle toplumun büyük bir kısmında.
Sosyalleşmek adına yapılan, ama daha çok yozlaşmaya yarayan yeni şeyler çıkıverdi. Aile toplumun bir parçasıydı, bu parçalar bir bütün hâline gelince bir toplum oluşurdu. Tabii eskidendi bunlar.
Hadi sosyalleşmeyi de bir tarafa bırakalım, aynı evin içinde yaşayarak birbirinden haberi olmayan insanlar var, var az olur burada doldu taştı bu tür aile ya da insan kavramları ile şehirler. Şehirler diyorum bakın, önce şehirlerde başladı bu yozlaşma. Medeniyet kavramını hep şehirlere yakıştıranlar, aynı cümlede yan yana telaffuz edenler yaptı bunu.
Bir odada anne, diğer odada kızı, bir diğer odada baba bir diğerinde oğul. Ya da tam tersi de olur, mesele kimin kimle olduğu değil, kimin kimle ne konuştuğu, ne paylaştığı. Psikolojisi bozuk bir birey ve daha nice onun gibi olanlar topluluğu.
Geçen bir dostum ile görüştüm mesela, insan psikolojisi üzerine uğraşlar veriyor, anlattıkları içler acısı şeyler, yaşadıkları hayretin dibinde gezinmeme yol açtı. Yeni nesil bireyler yetişirken, sınav stresleri ile boğuşurken, aileler çocuklarını bir yarış atı gibi hayal edip gaz verirken, aslında bir enkaz yaptıklarının farkında olamamaları çok acı.
Ergenlik döneminde olan gençler, hiçbir sorunlarını aileleri ile paylaşmıyor, paylaşamıyor demek daha doğru. Bir başkasının üzerinden iletişim kurmak çok saçma. Aileler çocuklarıyla psikiyatristler üzerinden iletişim kuruyorlar.
Bir restoranda yemek yerken, hadi restoranı da bırakalım, evin mutfağındaki masada yemek yerken insanlar birbirinin yüzlerine bakmıyorlar. Bakmayı bırakın, konuşmuyorlar bile. Bazı çiftler görüyorum, yeni evli ya da nişanlı, onlar bile paylaşacakları şeyleri tüketmişler ki, telefonla oynuyorlar başbaşa iken.
Çok çabuk tüketiyoruz bazı şeyleri. Bugün anne baba birbirleri ile iletişim kuramazsa yarın çocukları ile de kuramazlar ve bu zincirleme bu şekilde devam ederse, biz topluma ulaşamaz iletişim kuramayız. Açıkça söylemek gerekirse; kadrin ve kıymetin ne anlama geldiğini önce anne babalara aktarmalıyız. Onlarda ne varsa onlardan olacak, doğacak olanlara da onu verebilirler. Olmayanı kimse kimseye veremez, meyvesi olmayan ağaç ham ağaçtır.
Eee diyeceksiniz ki meyve vereni de taşlıyorlar. Meyve veren ağaç taşlandı diye de küsmüyor ki, yine çiçek açıyor, yine meyve veriyor. Ağaç küsmez de ağacın sahibi, hikmet sahibi olanı küstürmemek lazım. O küserse; işte o zaman felaketlere hazır olun demektir.
Önce şunu kabul edelim: KÜLTÜR, AHLAK ve EDEP olmadan hiçbir şey olunmaz. En büyük eksiğimiz bu üçü bu zamanda. Herkes de bu böyle, buna ben de dâhil, iğneyi önce kendime batırmalıyım ve batırdım…
(Bu sefer derdimiz toplum oldu, edebi bir yazı olmadı. Önemi öncelik gördük, kendimize çekidüzen verelim dedik. Vesselam…)