DEĞERLERLERİMİZ BİZ VE ÖTESİ

DEĞERLERLERİMİZ BİZ VE ÖTESİ

– Salih Doğan –

Belki de Dostoyevski haklıydı.

“Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.”

Uzun zamandır değerlerimizi yitirdiğimizi ve insani kavramları kaybettiğimizi dilimiz döndüğünce ifade etmeye çalışıyoruz. Yönünü özünden uzağa çevirenlerin dikkatini bir cılız ses ile çekmek mümkün olmayabilir, lakin pes etmeden, adeta bir çığ gibi büyümenin umuduyla devam etmeliyiz.

Derdimiz bugüne değil. Yarınlara, kısacası gençlerimize, geleceğimize.

Giderek açılan makasın iki yakasını birbirine ne kadar çok yaklaştırırsak, hedefimize de bir o kadar yaklaşmış olacağız. Ziyanı yok, hepsini birden düzeltme iddiasında değiliz. En azından enkazın bir tarafını biz tuttuk, diğer tarafında da sizlerin desteği, azmi ve kararlılığı olması çok önemli.

Suçlu aramaya gerek yok, zira suçsuz olan yok. Sen, ben, biz yani hepimiz. Samimiyeti el birliğiyle yaralayan da biz, muhabbeti körelten de. Aşkı öldüren de biz, aşığı küstüren de. Dağa taşa kısacası uçan kuşa zararı olan hepimiz.

Bahanemiz hazır. Devir değişti. Sosyal mecralar sayesinde ikili ilişkiler de tükendi. Bireysellik yeni dünya düzeninin en geçerli akçesi. Toplumumuzun en temel yapı taşı olan aile artık can çekişiyor. Akşam yemeklerinde hep birlikte aynı sofra etrafında oturma dönemleri artık geride kaldı. Annenin babadan, babanın çocuklardan haberi yok. Tek buluşma noktaları, sosyal mecraların vazgeçilmezi fotoğraf karelerinden ibaret.

Tüm bu ifadeleri zaman zaman dost meclislerinde dile getiriyoruz, getirmeliyiz. En azından dikkat çekme adına bu mücadeleden vazgeçmemeliyiz. Susmaya gönlümüz razı gelmiyor, lakin söylediklerimizin de bir tesiri olup olmadığını zaman gösterecek. Umursamayanlar olmuyor değil, bahane üretenler, suçu kabul etmeyenlerin sayısı da azımsanmayacak derecede. Ama hepsinin dilinde tek bir cümle. “Hangi çağda yaşıyoruz.”

İşte tam bu esnada İsmet Özel’in konuyu en güzel şekilde ifade ettiği şu sözler aklıma gelir.

“Kendilerine ahlaki vecibeler hatırlatıldığı zaman, salaklığını kaybetmekten korkanların dilinden sıkça şu sorunun döküldüğü duyulur: HANGİ ÇAĞDAYIZ!”

Hülasa durumumuz, hâlimiz, şeklimiz böyle.

Şimdi bunları neden anlattığımı düşünüyor olabilirsiniz. Bireysellik dedik ya, işin özeti aslında orada yatıyor. Ayşe’nin Fatma’ya, Fatma’nın Ayşe’ye, Ahmet’in Mehmet’e, Mehmet’in de Ahmet’e tahammülü kalmadı. Kısacası kimsenin yolu, kimseyi anlamaktan geçmiyor.

Kendimizi bir başkasının yerine koymadan, şartlar ve çevresel faktörler düşünülmeden yorum yapıyor, insanları yargısız infaza maruz bırakıyoruz. Beynimizin anlayışla karşılayan tarafı adeta bloke olmuş, işlemez hâle getirilmiştir. Ben merkezli yaşam tarzı hüküm sürmeye başlamış, iyi hâl yerini art niyete, tevazu yerini kibre, samimiyet ise yerini riyaya bırakmış durumdadır.

Hâl böyle olunca karşılıklı iki çift laf edemez hâle geldik/getirildik. Özetle teknolojiye yenik düştük. Aslında yapmamız gereken hayatı kolaylaştıran her ne varsa faydalanacak, bizi bizden alan her ne varsa ondan da uzaklaşacaktık. Maalesef olmadı, başaramadık.

İbret almadık, ders çıkarmadık. Geçmişin bize ilham kaynağı olan tecrübelerini göz ardı ettik. Hâlbuki birlik olduğumuzda nelerin üstesinden gelmedik ki? Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimizin “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” sözünü hiç mi işitmedik?

Ya işittik, işimize gelmedi, ya gördük görmezden geldik. Terazimiz menfaatlerimize göre tartar oldu. Evet, ortada bir hata vardı. Bir şeyleri yanlış yapıyorduk, ama neyi? Aradık taradık ama yanlış adreste. Kendi pırlanta değerlerimiz dururken batının çakıl taşlarının peşine düştük. Aslında tüm sıkıntı burada değil mi? Bizi biz yapan değerlerimize dönmedikçe, fabrika ayarlarımıza gelmedikçe sorunun çözüme kavuşacağı yok.

Sonuç olarak tahammülümüz yok. Kendimizi içimize kapattık. Tabiri caizse kendi yağımızda kavruluyoruz. Bir gencimizin yirmi dört saatini ele aldığımızda ne söylemek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Sabah uyanma saatleri öyle sizin benim gibi değil. Öğle ezanından önce kalkmak yok. Uyandıklarında yüzünü yıkayanı bulursanız ne âlâ. Evvela kahve içilecek. Ardından malum duman tütecek. Sonrasında varsa hazırda aperatif bir şeyler yenecek, yoksa çay kahve ile idare edilecek. Akşam olduğunda eve yemek söylenecek. Muhtemelen yirmi dört saatlik dilimde tek muhatap oldukları canlı, eve yemek getiren görevliler olacak. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar oyunlar oynanacak, filmler izlenecek.

Tabii aralarda elde telefon, sosyal medya ihmal edilmeyecek. Toplumsal mesajlar verilerek, çevreci ve doğaya saygılı bir birey olunduğu beyan edilecek. Kadına beşeri hayatın içinde farklı gözle bakan birey, iş sosyal medyaya gelince şahin bir kadın hakları savunucusu kesilecek. Zaman zaman indiği sokakta, yol vermediği yaşlılara yapılan saygısızlıklar sosyal mecralarda şiddetle kınanacak. Velhasılıkelam fikren başka, şeklen başka bir görüntü çizilecek. Bireyselleşen insan profillerinin yaptıkları bununla da sınırlı kalmayacak. Liste uzayıp gidecek.

Medyanın ve sanal iletişimin insanın sahiciliğini bozduğunu biliyorduk, ama giderek kişiliğimizi dejenere ettiğinden de artık emin olabiliriz.

Muhabbetle kalın…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir