BİR İSTANBUL HANIMEFENDİSİ

BİR İSTANBUL HANIMEFENDİSİ

– Fatma Gülşen Koçak –

Şehirler büyük binalara sahip olduğu için değil, içinde büyük insanlar yaşadığı için büyüktür. İnsan kalitesi şehrin sosyal hayatını güzelleştirir. Eskilerin “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” demeleri boşuna değildir. Şehre asalet kazandıran, asil insanların varlığıdır.  

Millet olarak son yüzyıllardaki en büyük kaybımız şehrin dokusunun yanında şehirli insan tipinin de kaybedilmesidir. Şehirlerimiz âdeta yağmalandı. Rant uğruna ne tarih dinlendi, ne mimari zevk ne de estetik bir kaygı kalmadı. Savaşların başaramadığı talanları, maalesef bir kısım idareciler başardılar. Şehri kaybettik. Ruh gitti. Beden ise yaralı bir biçimde biçimsizliğini yüze vururcasına kuru bir görüntüden ibaret kaldı.

Şehrin kaybının en büyük bedelini, şehirli insanların ve şehir kültürünün yok oluşunun acı faturasıyla ödedik maalesef. Başta ecdadımızın kutsal bir emanet titizliğiyle bize bıraktığı İstanbul olmak üzere birçok kadim kentimiz, pervasız şekilde ihanete uğradı. Hem de kendisine emanet edilenler, emin olması gerekenler, şehreminler tarafından. İstanbul en büyük kaybını İstanbul Hanımefendileri ile İstanbul Beyefendilerini kaybetmekle yaşadı.

Bir İstanbul Hanımefendisi

Şehre ruh katan hanımefendilerden birisi Hikmet Anne olarak da bilinen Hikmet Öğüt Hanımefendi idi. Kendisi Osmanlı bakiyesi son âlimlerden Hacı Cemal Öğüt Hocaefendi’nin kızı. Asil bir ailenin evladı olmanın bütün güzelliklerini üzerinde taşıyan Hikmet Hanım, ilk eğitimini annesi Münire Hanım’dan alır. Dört yaş dört ay dört günlükken dimağına ve gönlüne Kuran’ın bereketi yayılmaya başlar. Evlerindeki manevi atmosfer, çocuk ruhuna yayılır. Letafet ve zarafet timsali anne babanın edebi, en güzel örnektir. Kardeşiyle birlikte bu muhteşem aile mektebinden incelikler tahsil ederler. Kaderin bir cilvesi olarak anemi hastalığına yakalanmalarından dolayı eğitimleri aksar. Ama asıl üniversite olan evlerindeki faziletten nasiplerini doya doya alırlar. Günümüzde neredeyse tamamını kaybettiğimiz şehrin güzelliklerini de doya doya yaşarlar.

Defterler ve hayaller

On dört yaşından itibaren defter tutmaya başlar. Şiirlerini, hatıralarını, hayallerini Osmanlı Türkçesinin bütün ihtişamıyla defterine geçer. Musikiye düşkündür. Şan Sineması’nda yıllarca Münir Nurettin Selçuk’u dinlemeye gider. Musikimizin bütün güzelliklerini, usta sanatçıyı dinleyerek gönlüne nakşeder. Çoğu zaman kardeşiyle, zaman zaman da babasıyla gittiği Münir Nurettin konserlerinde ilahi okunduğu vakitler, Hacı Cemal Öğüt Hocaefendi de ilahilere eşlik eder.

Muhterem bir baba

Hikmet Anne’nin hayatında derin iz bırakan kişi hiç şüphesiz babasıdır. Merhum Cemal Öğüt Hocaefendi, geniş çevresi olan, herkes tarafından sevilen, İstanbul’un namlı vaizlerindendir. Vaazlarında kullandığı dil, bugün din anlatıcılarının mutlaka örnek alması gereken bir dildir. Sevdirici, müjdeleyici, kuşatıcı ve birleştiricidir. Onu en güzel ve görkemli ifadelerle yine kendisi de özgün bir münevver olan Mahir İz anlatır: “İsimler gökten iner derler, işte bu mübarek zatın ismi gibi yüzü de, sireti de, zahiri de, batını da, Cemâl sıfatına mazhar olmuştu… Yarım asır, yorulmadan, bıkmadan halka iman ve ahlak telkin etmiş; sadece hayır söylemiş ve neşe saçmıştır… Hayır cemiyetlerinde, bilhassa üniversite, yüksek okul, yüksek İslam enstitüsü ve imam hatip mektebi gibi ilmi ve fazilet yuvalarına aguşunu açan İlim Yayma Cemiyetine karşı gösterdiği yakın alaka, her türlü sitayişin fevkindedir.”

Millî Mücadele’nin henüz tam layıkıyla kıymeti bilinmeyen kahramanlarındandır. Zafer kazanıldıktan sonra Cemal Hoca’ya da İstanbul mebusluğu teklif edilmiştir. Fakat O, bu teklifi kabul etmemiş ve “Ben vatanım için çalıştım, vazife istemem.” demiştir. Yine İstiklal şairimiz büyük insan Mehmed Âkif’in yakın dostlarındandır. Dost zenginidir. Necip Fazıl’dan Neyzen Tevfik’e uzanan uzun bir liste… Hikmet Anne, babasının Üstat Necip Fazıl ile ilgili hatırasını çok önemser ve şöyle anlatır:

“27 Mayıs İhtilâli’nden sonra, Diyanet İşleri Başkanı olması yolundaki ısrarlı talebî geri çevirerek kabul etmedi. Araya giren dostlarını da ‘hastayım, yapamam’ diye ikna etti. Aslında 27 Mayıs’ın mağdurlarına daha çok yakınlık duymaktaydı. Meselâ, bunlardan biri olan dostu Necip Fazıl Kısakürek, ihtilâlcilerce Balmumcu’da gözetim altına alınmış ve çileli günler yaşamıştı. Kendisine yazı yazması için kâğıt bile verilmeyen Şairler Sultanı, ailesinin fırsat bulabildikçe içeriye sokabildiği gazetelerin kenarlarına, boş kısımlarına, hatta satır aralarına yazılar yazmış… Sonra da bu gazetelere kirli çamaşırlarını sararak dışarı yollamış… Bu suretle biriken gazetelerden bir kitap hazırlanmış ve bunları tahliye edildikten sonra bir bavul dolusu Cemal Hoca’ya getirerek:

— Hocam şunlara bir bakınız, âyet ve hadîse aykırı bir şey varsa, işaret ediniz demiş…

Kızları Hikmet Hanımefendi’nin ifadesine göre, birkaç husus hariç hepsinin isabetli olduğunu tespit eden Hocaefendi, Necip Fazıl’ı tebrik ve takdir etmiş.

Hikmet Öğüt Hanımefendi, biricik babasını anlatırken çocuklar gibi şendir. Ve yine onu anlatırken ibadet hazzı duyar. Babasının kendilerini yetiştirmekteki titizliğini şöyle anlatır:

“Babacığım Perşembe geceleri bizi toplar, Kur’an-ı Kerim okur, diğer muayyen geceler hikâyeler, menkıbeler okur, anlatırdı. Evde okuma saatleri düzenlerdi. Bizi hem zevklendirir, hem de bilgilendirirdi.”

“Babam küçücükken beni Fındıkzade’deki Esat Efendi’nin dergâhına götürürdü, ‘koş elini de öp, dizini de öp’ derdi. Elini ve dizini öptüğümü ve onun da başımı okşadığını hatırlıyorum. Menemen hadisesi olduğu zaman babam, on beş gün beni de tevkif ederler mi, diye bekledi. Şimdi o günler geçti ama hakikatleri şimdinin çocukları neden bilmesin efendim?”

Hikmetli bir dostluk

Hikmet Anne, babasından kalan tatlı dil ile her yaştan dost halkası kurmuştur. Öğrenciler, öğretim üyeleri, doktorlar, savcılar… Onun su gibi aziz İstanbul Türkçesinin ırmaklar gibi akan naifliğini yaşamıştır. Vefatına kadar evinin ziyaretçileri hiç azalmamış, gönül sofrasından herkese çeşit çeşit ikramlar sunmuştur. Hikmet Anne olarak anılmak kolay değil. Gerçekten de yüzlerce kişi anne şefkatini, Hikmet Hanım’dan almıştır. Tabii ki şefkatle birlikte nezaket, zarafet, dersi de buna dâhildir. Sadece insanlara karşı kibar ve zarif değil, sokaktaki bir kediye de saksıdaki bir çiçeğe de ince bir yaklaşım söz konusu. Yaratılan her şeyin Yaradan’ın hürmetine hor görülmediği, yok sayılmadığı bir kalp. Aklıselim, zevkiselim, kalbi selim bir mümin. Modern hayatın bütün kirine rağmen su gibi berrak bir yürek, ihtiyarlık zamanlarında bile bütün hatıraları hatırlayacak kadar diri bir zekâ.

Kültür ortamlarının en ön sırasında konuşmacıyı bütün dikkatiyle dinleyen, konuşmadan sonra tebrik eden dikkatli bir kültür insanı. Yazmamış, eser bırakmamıştır ama yazan insanların kalemlerine unutulmaz ilhamlar hediye etmiştir. Eserleri, sevenleri ve dostları olmuştur. Osmanlı çeşmesi gibi daima cömert, daima veren bir el, seven bir gönül, kuşatan bir dil… İstanbul Hanımefendiliğinin bütün zarafetiyle seven, sevilen, gülümsemesiyle sadakasını çoğaltan ahir zaman dervişi.

Mevlâ’mız Hikmet Annemizle bizi cennetinde buluştursun inşallah. Bu toprakları boş bırakmasın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir