Şükür Kapısı
Şükür Kapısı
– Ebru Aytekin –
Yine kapılar ardına kadar kapanacak bir gün, derken başka kapıya dayanacaksın. Bakacaksın ki o da kapalı, sonra bir başka kapı, o kapıda kapalı, oysa emindin bir kapı kapanacak diğerleri açılacaktı. Sonunda çaresizlik girdabına girmek üzere olduğunu fark edeceksin. Aniden bir irkilme ve silkinme hâline bürüneceksin. Zira kıldan ince bir zarın senin bünyende vuku bulması çok kısa bir anlık refleks.
İşte imtihandasın!..
Duanın dilinden kalbine ulaşması için, bu noktalık bir imkân dâhiline inmek gerekmekteydi. Sadece düşünmek, düşünün gereği bunlar, zira düşün büyük. Kurduğun kalp işlerine vaatlerin var. Büyümesi sadece zaman aldı. Bazı düşlerin büyümesi bu dünyada bile vuku bulmuyor. Diğer tarafa intikal ediyor.
Bil sadece…
Üzülmek sana göre, ağlamak sana göre… Etten kemikten ve düşünen bir varlık olarak geldin bu dünyaya. Ağlamak geldiyse içinden ağla, nasıl olursa olur, her derdin dermanı mutlaka bulunur. Yeter ki vazgeçme, yeter ki inan, tek dertli sen de değilsin ki bu dünyada. Tek derdine çare arayan sen değilsin ki!.. Şükre bağlanan dertler şifadır üstelik. Dert olmasa şükür olmazdı…
Ve sen şükür kapısındasın.
Öyle ki bazı kapıların açılması için, şükür kapısına dayanman gerek. O kapının önünde sabırla bekleyeceksin. Ne kadar süre kaldı diye sızlanırken öte âlemde “keşke daha çok bekleseydim” diyeceksin. Kapılar bazen kapalı olur, kendine dön bak, neler eksik, hangi evrakların mühürleri yok. En ufak bir imzada dahi olmuyorsa dünyevi işleri, burada kolaya kaçmak niye…
Şükür; var olan hâlimizi kabul etmek ve bu durumdan hoşnut olmak demek. Her sabah uyandığımızda -ki ömür bizim elimizde olan bir şey de değildir- tekrar dirilişimize, yaşadığımıza şükür etmektir. İşimiz varsa işe, okulumuz varsa okulumuza, evimizde işlerimiz varsa ev işlerine güç verecek Yaradan’a hamd etmektir. Teşekkür etmektir. Türlü sıkıntılarla dolu dünyada bizim yerimizde olmayı arzu edenleri düşünüp “Allah’ım bu nimetleri bana verdiğin için sonsuz teşekkür ederim.” demektir. Üstelik bunca sayısız canlının rızkı eksilmeden her gün verilmekte. Her türlü ekosistem, güneş sistemindeki gezegenlerin dizilişi, ay ve güneş tutulmalarına kadar her şey; insanın yaşamına uygun şekilde yaratılmıştır. Sadece bir meyvenin sağladığı faydalar bile sayfalar dolusu kitap oluyor. Tüm sırlarını çekirdeğinde asırlar boyu saklıyor. Vücudumuzun mekanizması bile hâlâ çözülmeye devam ediyor. Sırlar âleminde bir noktayız. Ve yine çok küçük nedenleri bile dert edip, bu muazzam âlemin yaratılışını merak etmiyoruz.
Şükür; tüm varlığın mutlak sahibini tanımak ve bu nimetleri bağışlayan Rabb’ine, tüm benliğiyle hayatını, O’nun rızasına uygun şekilde devam etmek demektir.
Hâline rıza ile gönül huzura erer… Biliriz ki kendini bilen kişi, burada elde edemediği nimetler için üzülmek yerine, verilen nimetlere şükür eda eder, kadir kıymet bilip mutlu olur. Bu şekildeki anlayışı benimseyenler için bu dünya, bir ıztırap durumundan da bir nevi çıkar. Üzüntülere neden olanlara, sabır ile karşılamalı, isyan etmemelidir. Ancak gafil olan kimse, ona sunulan binlerce nimeti görmezden gelir. Verilmeyen türlü nimete gıpta eder, bazen bunun için ruhi durumunu bile bozar. İstediği nimetleri elde etmiş kişilere haset ve kıskançlık duyar. Ya da kendi kendini bir nevi huzursuz eder. Kendi için hayırlısı nedir diye düşünmeden ısrarla ister. Bazı isteklerin sonrasında “iyi ki olmamış” dediğimiz olmadı mı? Elde edilen nimetlere ise “zaten olacaktı” deyip, daha fazlasını da istemekteyiz bazen. Efendimiz bu noktada:
“Şükrünü eda edebileceğin az mal, şükrünü eda edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.” (Taberî, Câmiu’l-Beyân,XIV, 370-372) Buyurmaktadır. Rabbim ne verirse hayırlı olanı versin.
Efendimiz ayakları şişene kadar gece boyu ibadet ederdi. Bir gün Efendimiz (s.a.v)’in bu hâlini gören Hz. Aişe (r.a) sorar; “Ya Resûlallah! Allah (c.c) senin geçmişini ve geleceğini tamamen bağışlamışken neden bu kadar kendini yoruyorsun?” Efendimiz bu soruya cevaben;“Benim Abden Şeküra olmam gerekmez mi? Şükredenlerden olmayayım mı?” (Buhârî, Tefsîrû sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81) diye buyurur.
Ne güzel demiştir. Evet, şükredenlerden olmak ne güzel bir hâldir. Şükür kapısının içinde huzur var, kalp dinginliği var. Hayatın o çıkmaz sokaklarına inat, umut var. Ne olursa olsun, o kapının hep açık oluşu var. Yeter ki ümitsizlik girdabına düşmeyelim.
Yine Allah Resulü (s.a.v) bir hadisi şerifinde; “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.” (Tirmizi Birr 35; Ebu Davud Edeb ) buyurmuştur. Öyle bir noktaya temas ediyor ki günlük sosyal hayatımızın belki de kanayan yaralarından bir tanesi bu. Bizim bu dünyada başıboş bir varlık olarak yaratılmadığımızı, kendimize bir iyilik ihsan edildiğinde nankörlük içinde olmayıp, verilen hizmetin, iyiliğin karşılığında şükür etmenin önemini adeta bize emrediyor. Evet, Allah’ı sevmek, kullarını sevmekle başlar. İnsanlara teşekkür etmek, sosyal bağlar için büyük önem arz etmektedir.
Çoğu iş yerinde sabah ve akşam okutulan -personel takibi amaçlı- parmak okuyucuları var mesela, işlem bitiminde “teşekkür ederiz” diyor. Neden acaba hiç düşündünüz mü? Bir makineden bile çok şey öğreniyoruz. Ve ne yazık ki çok az işveren çalışanına bir işin karşılığında “teşekkür ediyor” oysa hata vb. kusurlu hâllerde her türlü sözler rahatça söylenebiliyor. Moralin yüksek olduğu her yer daha başarılı, daha huzurlu olur. Mesela evimizde her akşam yenilen yemek sonrası yemeği pişiren ellere, bir küçük “eline sağlık” kelimesi çok görülmese gerek. Güzel kelimeleri duymaya ihtiyacımız var. Rabbimiz bizi her an gözetiyor.
Allahu Teâlâ (cc) Kur’an-ı Kerim’deki bir ayetinde şöyle buyurmuştur:
“Beni zikredin ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara/2:152)
Dili güzel olanın, kalbi de güzel olur. Dilinizden, kalbinizden şükür eksik olmasın.