Kahır

Kahır

– Aykut Artan –

Bir kere susmaya görsün insan, bin mücadele etse çıkamaz kahır çukurundan…

   Uzun zaman sonra konuşmak istedi o gün. Uzun susuşlarından sonra ilk defa iki kelam etmek istedi. Uzun susmalar çok belki de en çok içine, daha içine doğru çekilip kendini bulma fırsatı vermişti ona. Susmak da insanı yoruyor ya beklemek gibi, gitmek gibi, kalmak gibi, can çekişmek gibi; yorucu, terli, telaşlı, nefessiz, acılı daha acılı belki de sancılı bir şeydi.

   Konuşmak ama nasıl konuşmak lazımdı. Belki de o sustuğu zamandan bu zamana konuşma bile değişmişti. Konuşmak ya da anlatmak denilen yeni bir kavram bulmuştu insanlar. Ölmemek için bu kadar uğraş vermenin arasında belki de buna da bir çare bulmuşlardır, dedi kendine. Sonra dilini yerinden kaldırmadan önce aramak ve bulmak arasında sıkıştığı o günler geldi aklına. Aramak ve bulmak arasında sıkışanlar ve bu düzlükte kaybolup yok olanlar kendi gibi olup susanlar geldi birden aklına.  

   Bu kadar şeyi kendi içinde konuştuktan sonra, dili ile konuşmak pekiyi bir fikir gibi gelmedi ona. Evet evet çok da iyi bir fikir değil bu sanki. Hem neyi anlatacak neyi konuşacaktı zaten. Anlamını yitirmiş o kadar cümle, o kadar kelimeyi yine konuşmak kime ne katacak ne kazandıracaktı sanki.

Bazı şeyler o susmadan önce anlamını yitirmedi mi zaten, yitirilmiş kaybedilmiş bir şeyi nasıl anlatacak, ilk başta kendisi olmak üzere nasıl ikna edecekti karşına çıkanları.  

   Yeni bir anlatım şeklini belki de kendi bulmalıydı, belki de uzun ama çok uzun bu susmadan sonra, içine çekilip, kendi kendine dövünmeden sonra o dili bulmuş bir şekilde çıkmalıydı ortaya. Uzun cümleler kurmak, ilk başta yorulmaktan başka bir şey olamazdı. Kısa kelimelerle kısa cümleler daha az yoracaktı onu.

   İlk cümlesi çok önemli olmalı, ya da ilk kelime. Sanki uzun zaman sonra yoğun bakımdan uyanan hasta gibi bir şeydi bu. Bir mucize, bir sürpriz, beklenmedik bir sevinç gibi bir şey olsa ne güzel olur. Sanki insanlar onun uyanmasını konuşmasını büyük bir heyecanla bekliyormuşçasına bir yenilikle olsundu.

   Tüm bu yenilikleri düşünürken kendi kendine ne sorarlar bana acaba dedi. Ne sorarlar bana aslında ilk defa yürümek gibi, ilk defa gülmek gibi ya da ilk defa ağlamak gibi bir şey. Yürümeden-gülmeden-ağlamadan sonra, yani ilk andan sonra ne olacak sorusu kemirmeye başlar ya insanı o da öyle olmuştu. Yani ilk kelimenin ardından biri çıkıp şöyle bir soru sorsan ona; “Bunca zaman neden sustun, neden bir tek kelime dahi etmedin ?” ne cevap verecekti. Ne cevap verebilirdi ki!..

   İlk anda aklına bir şey gelmezdi sanırım. Her zaman insanların beklenmedik yerlerinden beklenmedik sorular çıkardı. Ya da tüm bu düşünceleri bir kenara bırakıp neden sustuğunu nasıl anlatırdı, anlatabilir miydi?  Anlatmış olsa, sen de mi yahu insanların ne dertleri var, diyerek küçümsenmekten korkar mıydı? Korkmamalıydı aslında, bu onun bir eylemiydi, onun hayata-insanlara ve kötü giden bu düzene karşı bir başkaldırışı, bir isyanı. Kimsenin onu anlamasını beklemiyordu ya da kimseden bir takdir-alkış gibi beklentisi asla olmadı.

   Evet evet ilk sorulacak soruya bir cevabı vardı, ama tam net bir cevap da denilemezdi buna. Neden sorusuna “kahır” diyecekti. Kahırdan sustum, kahırdan küstüm, kahırdan öldüm, sonrasını sormayın lütfen, sadece bu kadarını bilmeniz yeterli diyecekti. İlk soruya böyle cevap bulmuştu. Ardından gelecek soruları kestiremedi ama tahminleri vardı az çok.

   Ne hissettiniz? Neler değişti? Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz gibi sorular olurdu galiba. Konuştu, kimseye yani insana değil tabii her gece pencereye gelen kediyle konuştu. Anlattı aslında uzun uzun, bazen bakışları ile bazen de gözünden süzülen yaşlarla. Yıllarca kendi gibi ağzı olup da dili bir türlü dönmeyen bir canlı ile konuşmak rahatlatıyordu onu.

   Nasıl anlatsın bunu soranlara, hiç mi konuşmadınız diyenlere, nasıl anlatsın-anlasınlar. Korkularının üstüne gidemediği için içine kapanmıştı. Düşündüm derim, dedi içinden; düşündüm kime anlatsam derdimi anlamazlardı, anlıyormuş gibi yapıp anlamayacaklardı. O yüzden dili dönmeyen birine ihtiyacım vardı derim, dedi. Anlamayacaktı ya da hiç beni anlamasa da, beni yargılamadan dinledi, haklısın demedi, ama haksızsın da demedi. Ben onda huzur buldum, ona sarılıp sarılıp uyudum derim dedi.

   O gün işte o gün, tüm bunları kendi içinde debelene debelene konuşup durdu. Ama yine konuşmadı-konuşamadı. Kendi içindeki yer onu salmaya hiç niyetli değildi. Belki de tüm sorun buydu, hiçbir şey geçmiyordu, sadece zaman akıp gittikçe insan alışıyordu. Alıştım dedi, sesli bir şekilde kendine, ben bu kahırlı hâlime alıştım…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir