HİÇ

– Aykut ARTAN –

“Hiçbir şey olmayan, ama çok şey olan bir hikâye.”

   Hayal kurmak insanın zihninde ne kadar yorucu bir eylem olmalı, eylem dediğime bakma sen; her insan az çok bir hayal kurar zaten.  Ya da birkaç hayal, evet evet birkaç hayal kuran insanlar vardır. Aslında bu da bir suç gibi dillenip ele alınmamalı, günümüz insanı bunu bir suç, bir ahmaklık, bir zayıflık, bir aklı kaçıklık olarak görüyor.  İşin aslında gülünç olan yanı şu; bu hayal işine bu şekilde bakanlar da kendileri de en büyük hayalci oluyorlar, yani bence hiç kimse bir diğeri ondan daha güzel hayal kursun istemiyor, bir çekememezlik bir kıskançlık söz konusu.  Bizim toplumumuzda böyle iken bu diğer millet ve toplumlarda nasıl diye de merak ediyorum açıkçası, dedim.  O mu, o da saçlarını trenin açık camından sarkıtıp rüzgârla dans ettirme çabası içinde.

   Başını kollarının üstünde uzatarak oturduğu cam kenarından bana ışıldayan gözlerle bakıp, “bırak şu gündemi, bırak şu abuk sabuk internette dolaşan haberleri, bize odaklan, şu ana odaklan, tadını çıkaralım bu yolculuğun, senin adının Muhsin oluşunu, ben adımın Sevinç oluşunu unutayım.  Bırakalım dünyayı ardımızda, ne varsa birkaç günlüğüne dışarıda, dış dünyada kalsın.  Bakışlarımızla anlaşalım olmaz mı, tebessüm et bana, bana tebessüm et, tebessüm işte kuru ama anlamlı tebessüm istiyorum senden” dedi.

   İçimdeki sevinçlerim senin adının sevinç oluşundan değil, senin içinde açan o sevinç çiçeklerinden, o içindeki bahar gelmiş dağlardan, tepesi karlı ama ovası binbir çiçekli baharın gelişinden.  İşte, evet evet işte şu karşıki dağın tepesi gibi, ardımız-arkamız kar kış kıyametken senin içinden bana gelen baharın sevinci bu sevgilim, dedim içimden.

   Beni her zaman doğru okuduğu gibi bu sefer de doğru okudu, sen de benim için öylesin biliyor musun, dedi.  Sen de benim için. O an içimde bahar yeniden çoştu, o an gözlerinden içindeki bahara girmek istedim, o an kirpiklerinde asılı kalıp her an düşecek gibi, ama hiç de düşmeyecek gibi gözlerine bakmak istiyorum.  İstemek bana yetiyor mu bilmiyorum, yani istemek bana yeter mi dedim birden.

   Önce duraksadı, sonra dünyanın tüm hüzünlerini unutturacak o gülümsemesiyle, istemek ikimize de yeter, dedi.  O an ölmek istedim, o an dünya dursun istedim, o an kartpostallık bir kare olarak tarih sayfalarında kalsın istedim, o an insanların asırlarca hayranlıkla baktığı, sevmek ve sevilmek işte tam da bu dedikleri, imrendikleri-kıskandıkları ama nazarın hiç bize uğramadığı bir an olsun istedim. Duvarlarda asılı kalıp, önümüzde insanların tüm dünya dertlerini-telaşelerini konuştukları, bizim de onlara oradan tatlı tebessüm ile düşünmeyin takılmayın bu kadar hepsi geçer-geçecek dediğimizi asla duymadıklarına bir kahkaha patlatarak birbirimize sarılışımız ve hiç ayrılmayışımız kalsın istedim.

   Öyle güzel bakıyor ki bana, dünyadaki tüm güzellikler anlamını bir bir yitiriyor.  Bana ait her şeyi, bu ana ait, dünyaya ait ne varsa hepsini unutup sen kal istiyorum.  Sen dışında her şeyi unutmaya o kadar ihtiyacım var ki ve o kadar uğraşıyorum ki.  Hangi cümle ile anlatmaya çalışsam anlaşılmayacak, belki de anlatamayacağım, anlamak istemeyecekler beni, seni bile anlamak istemeyecekler. İstemek o kadar güzelken, istenmemek anlaşılmamak çok acı-anlamsız. Ne olur gitme biraz daha kal, lütfen-lütfen-lütfen!..

   Bana bakışını, bana dokunuşunu, omuzumda yatışını, her şey geçer deyişine ihtiyacım var, ihtiyacım var, anlıyor musun çok ihtiyacım var.  Hatırlıyor musun o zaman ne güzel bir anıydı bizim için, ne güzel bir yolculuktu, senden bana kalan en güzel hatıralardan sadece biri bu, belki de birkaçından biri.  Bana öyle bakma, niye buradayım neden bu vagonun, bu oda gibi ama sensiz kapı duvar olan bizim iki günde içine ölümsüzlüğü sığdırdığımız anlamlı-anlamsız yerde ne işim var.  Senin yüzünden geldim, seni özledim, senin hayalinle olmayı özledim, seninle konuşmayı özledim.

   Biliyorum ki, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.  Ve biliyorum ki, sen geri gelmeyeceksin, ben seninle tamam olamayacağım.  Dur dur ne olur değiştirme bakışlarını, inmesin gözlerine hüzün bulutları, inmesin gözüne yaşlar, sen bana hep gülerek bak.  Sadece burada değil arada eve de gel, evimize gel, hiç mi özlemedin evimizi, hiç mi özlemedin kitaplarını, kedimizi de mi özlemiyorsun hiç.  Konuş benimle, lütfen konuş benimle, aklımı çıldıracağım, senle birlikte olan aklımı çıldıracağım, senin alıp götürdüğün aklımı çıldıracağım.

   Hemen kızma bana, kızma bana dedim.  Elimde değil anla beni, sensiz olmak elimde değil, öyle hayata tutun demekle de olmuyor, tutun demekle tutunulmuyor ki.  Dal lazım bana, bana sen lazımsın oysa, hayat seninle anlamlıydı, senden sonra bir kez gülemedim, evet gülemedim.  Sen de biliyorsun, görüyorsun illa ki, olmuyor işte denemedim mi sanıyorsun, olmuyor.  Dur dur gitme ne olur, susacağım, sen yeter ki öylece kal.  Bana kal, bize kal, sadece kal…

   Sen şimdi gidersen her şey yarım kalacak, bu bahar, bu dağlar tüm anlamını yitirecek, burası bana zindan olacak, gürültülü yürüyen bir zindan.  Sen şimdi gidersen, evet gidersen iki büklüm olup üşüyeceğim ben, sonra gece çökecek bu vagona, ama sesler devam edecek, tren yol almaya devam edecek, iniltilerim sesler arasında kaybolacak.  Kimseler duymayacak, hiç kimseler, iniltiler-sızlanmalar-ben-karanlık-gece-tren.  Bir daha gitme ne olur, ne olur gitme, gitme kal bu gece. Gitme, gitme, gitme…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir