SANATINI ÜZERİNDE TAŞIYAN NAİF BİR SANATÇI: ÇİÇEK DERMAN

-Fatma Gülşen Koçak-

Gelenekli sanatlarımızda başarılarıyla öne çıkan hanımefendilerin başında gelen bir isim Çiçek Derman. Çalışmalarını akademik sahada da sürdüren Derman, profesörlük unvanını bu sahada ilk kazanan kişi. Kültürümüzün geleceğe taşınması bakımından yapılan destansı çalışmalarda onun imzası var. Gelenekli sanatların Türk milletinin hayata bakışının bir yansıması olduğunu bilen Derman’ın, sanatla tanışması Süheyl Ünver’in yanında çalışmaya başladıktan sonradır. Tek başına bir okul olan Ünver’in yakınında bulunmak Çiçek Hanım’a çok değerli birikimler kazandırır. Ünver’in kültürümüz için çabasına, gayretine şahit olur. Yine hocasının dolaylı ya da doğrudan telkinleriyle sanat tarihi okumaya başlar.

Çiçek Hanım’ın bende hayranlık uyandıran en önemli yanı sanatın yanında anneliğe yüklediği anlamdır. Toplumuzdaki hastalıklı modernleşme sürecinden sonra kadına dayatılan misyonlar arasında annelik vasfı hep yara almıştır. Kadının kariyeri kutsanmış, annelik ve eşlik tarafı hor görülmüştür. Bu manada yanılgıya düşenler yenilgiye düşmüşlerdir. Kadınlarımız, kariyer basamaklarında tırmanırken içlerinde daima eksik kalan yanlarının çığlıklarını susturamamış, bir türlü huzura erememişlerdir. Dengeyi koruyanlar, dengede kalmanın refahına ermişlerdir. Çiçek Derman işte bu dengeyi koruyup dinginliği yakalayanlardandır. Annelik onun için en büyük sıfatlardan birisidir. Evini cennet kılanlara Allah’ın cennet huzuru verdiğini iyi biliyoruz. Ev insanın huzur yurdudur. Bu yurttan uzun süre uzak kalmak ruhu daraltır. Daraltılardan kurtulmayanlar, dardakileri de kurtaramaz. Dinginlik iç âlemde yoksa bu, sanata da edebiyata da yansımaz.

Önce annelik, sonra iş

Derman üç oğlunu büyütmek için, Allah’ın insana bahşettiği en büyük vazife olarak gördüğü kutsal analık mesleğini icra edebilmek için, evine yani cennetine çekilir. Bu durum günümüzde kafası karışık kızlarımıza çok iyi bir örneklik taşımaktadır. Üç oğlunu hakkıyla büyüttükten sonra çalışma hayatına döner.

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü kurulduğu zaman ilk kadrolu hoca olarak orada göreve başlar. Türkiye’nin kendisini inkâr ettiği, kültür-medeniyet değerlerine sırtını döndüğü zamanlarda gelenekli sanatlarımızın Güzel Sanatlar Fakültesi çatısı altında hayatiyetini devam ettirebilmesi için alkışlanası bir mücadele verir. Modern sanatların yanında esamisi okunmayan, aşağılık kompleksi içinde yaklaşılan sanatlarımızı öz evladına sahip çıkarcasına koruyup kollama kahramanlığını gösterir.

Uluslararası başarı

1982 yılında Avrupa Dışı Sanatlar Birliği, Derman çiftini davet ederler. Milano’da, Cenevre’de ve Londra’da geleneksel sanatlarımızı dünyaya tanıtırlar. Kendi ülkelerinde gösterilmeyen ilgiyi Batılılardan görürler. Takdirler ve tebrikler Derman çiftini bir yandan çok mutlu ederken bir yandan da kendi vatanlarında, kendi kültürlerinin, kendi sanatlarının dışlanmasının mahzunluğunu yaşarlar. Türkiye’nin modern sanatlarla dünya liginde boy göstermesi akıl kârı değildir. Çünkü Batı’da zaten modern sanatların en yüksek seviyede örneklerini görebilirsiniz. Kendi geleneksel sanatlarımızın orijinalliği ve özgünlüğü içerisinde dünyaya tanıtılması ülkemize ayrı bir prestij kazandırır. Tabii ki bunun için öncelikli olarak kafadaki duvarların yıkılması, kalıpların kırılması gerekmektedir. Batı’dan gelen tesirleri millî potamızda eriterek yerlileştirebileceğimizi söyler Derman.

Çiçek Derman’ın, gelenekli sanatlarımız içinde yer alan tezhibe ayrı bir aşkı vardır. Yine tezhip sanatının hanımefendilere çok yakıştığını ifade eder. Kadınlık zarafetini ve nezaketini bu sanatla daha başarılı bir şekilde yansıtacağını düşünür.

Eserde benliği eritmek

Büyük sanatçılarımızdan Rikkat Kunt, Derman’ın tezhip hocasıdır. Gelenekli sanatlarımızın derdini taşıyan hocasının “Kızım bu sanatı üzerinde taşımanı isterim.” sözü Derman’ın üzerine büyük bir sorumluluk yükler. Çiçek Derman kökü mazide olan âti bilincinden asla ayrılmaz. Geçmişin güzelliklerini körü körüne reddedenlerden değildir. Sırf modern görünme, sırf batıya yaranma adına geçmişine laf söylemez. Batı karşısındaki kompleksimizi, özümüzü koruyarak yıkacağımızı iyi bilir.

Sanat Yaratıcı’nın insana verdiği hediyelerdendir. Sanatçı, ürettiklerini kendisinden bilirse nefis ortaya çıkar. Sanatın Allah vergisi olduğunun şuuruna ulaşırsa şaheserler meydana getirir. Ben diyenler, benden diyenler, bencillik edenler ziyandadır.

Bu manada Derman, eserlerinde ben diyenlerden değil benliğini eritenlerdendir. Toplumdaki çöküşün kaynağının ben demekten kaynaklandığını bilir. Kendimiz için değil milletimiz için yaşamalı memleketimize aşkla hizmet etmeliyiz.

Bu ülkenin çocuklarına faydalı olduğumuz kadar kıymetli oluruz. Sanatının ona kazandırdığı en büyük şey, “ben” dememeyi öğrenmesidir. Çünkü sanatın Allah’ın emaneti olduğunu ve o emanetin bir gün geri alınacağının şuurundadır. Çiçek Derman, emaneti büyük bir edeple, hürmetle ve hayırlı çalışmalar yaparak taşır. İçinden çıktığı topluma hizmetten kaçınmaz. Bu tavrı sanat dünyası tarafından büyük saygı uyandırır.

Örnek aile

Yine sosyal hayatta Derman’lara duyulan saygı kadar, hayranlık da vardır. Eşi Uğur Derman ile Türk aile yapısına uygun bir ömür sürmeleri çok önemli bir örnekliktir. Bu konuda şöyle der:

“Ben şuna inanıyorum ki; erkeğini vezir eden de rezil eden de kadındır. Nesilleri yetiştiren kadındır. Kendi belki pek ortaya çıkmaz ama onun gücü, onun sabrı, onun itici kuvveti erkek zümresinin bugünkü hâline gelmesine büyük sebeptir. Kadının mutlaka ortaya çıkması şart mı? Çocuklarıyla, yetiştirdiği öğrencileriyle başarısını belki de ortaya koyuyor. Tabii bunda bizim İslami düşüncelerimiz çok mühim. Kadın cemiyette, erkekten çok daha mühim vazifeler üstleniyor. Demek ki bunları ortaya çıkartmaya ihtiyaç duymuyor, öyle düşünelim.”

Sanatın parçası olmak sanatçıyı başka âlemlere taşır. Çiçek Derman da kendisiyle yapılan söyleşide sanatla meşgul olduğu anlardaki ruh hâlini şu zarif kelimelerle tarif eder:

“Elime fırçamı alınca başka bir dünyaya geçtiğimi hissederim. O dünya tamamen sevgiyle kaplıdır, orada güven vardır, huzur vardır ve bir cennet havasındadır. İnsan o hâlet-i ruhiye içinde o kadar güzel şeyler meydana getiriyor ki, hayatta yaşadığı sıkıntıları, acıları, huzursuzlukları unutuyor. Sanatın insanın hayatına bu kadar güzel katkıları olduğunu biliyorsak eğer, bence herkes kendi kabiliyeti nispetinde sanatla uğraşmalı. İnsanın kendisini sanatla terbiye edişi bambaşka oluyor. Sanat ibadet şevki, ibadet neşesi içinde yapılırsa alınan sonuç muhteşem oluyor. Çünkü o zaman kendinizi, ibadet eder gibi Allah’ın huzurunda hissediyorsunuz. Bunun neticesi muhteşem olur. Sanat böyle icra edilmeli kanaatimce.”

Rikkat Kunt’un rahle-i tedrisinde…

Çiçek Derman’ın hayatında derin izler bırakan isimler vardır. Bunların başında Rikkat Kunt Hanımefendi gelir.

“Rikkat Hocam, tam bir İstanbul hanımefendisidir. Her zaman ölçülü, dikkatli, kendine güvenen, nerede ne söylemesi gerektiğini bilen, icap ettiği zaman sözünü esirgemeyen bir hanımdır.” Hocasının evlat acısı çekmesine rağmen bu acı olay karşısındaki tevekkülü, sabrı Çiçek Hanım’ı çok etkiler.

Ayrıca Kunt, her şeyi eleştiren bir mizaç değildir, sorunu üretmekten ziyade çözme endişesindedir. Kimseyi kırmadan nezaket ve zarafet timsali yaşaması öğrencisinin de hayatında seçkin tesirler bırakır. “Rikkat Hanım, sergi açmayı benlik iddiası olarak görecek kadar mahviyetkâr bir sanat insanıdır.” der, Derman hocası için.

Çiçek Derman, görünme bilinme çabası içinde değil; görme ve bilme çabası içindedir. Kâmil insanlara özgü olan bu haslet, ne müthiş bir haslettir. Öne atılmak, kameraların karşısına geçmek, poz vermek ona göre değildir. Ben, ben diyenlerin biz olamadıklarını, bizden olamadıklarını görür. Kapılar aşındırıp hiçbir şeye talip olmaz. Bu hususta şöyle der:

“Hiçbir işe talip olmadım ben. Bize talep gelir, o talebi de Hakk’tan bilir, reddetmeyiz. Talip olmak, insanda bir gizli benlik olduğunun delilidir. Ama talebi Hakk’tan bilip, eğer gücünüz varsa faydalı olmaya çalışırsanız benlikten sıyrılmış olursunuz.”

Hocası Süheyl Ünver’in tarihî bir sözü ise sanat anlayışının temeline oturur:

“Sen bir kiraz ağacının gelip geçenlere bağırdığını duydun mu hiç? Gelin bakın, ne güzel çiçeklerim açtı, meyvelerim oldu diye bağırdığını duydun mu? İşte bir sanatkâr da eserini böyle sessiz vermeli. Reklam bize yakışmaz.”

Hayatında derin tesirler bırakan isimlerden diğeri de Muhsin Demironat’tır. Demironat, tezhip sanatının duayenlerindendir. Emin Barın’ın Cağaloğlu’ndaki atölyesinin üst katında Demironat’tan özel dersler alır. Hocasının hem sanat anlayışı hem hayata bakışı Çiçek Derman’ı derinden etkiler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir