Öncesi ve Sonrası ile Pandemi
-Salih Doğan-
Malumunuz önce Çin’de meydana gelen sonrasında tüm dünyayı saran bir salgının etkisi altındayız. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Kovid-19 olarak adlandırdığı yeni tip koronavirüsü, dünyada birçok ülkede yayılmasıyla birlikte “pandemi” olarak sınıflandırdı. Bizler belki ilk defa böylesi büyük çapta bir salgınla karşılaşıyoruz, lakin dünya daha önce bu tip salgınların yaşandığına şahitlik etti.
Yaşanan her salgın ayrı bir krize sebep oldu. Yeni şeyler öğrenildi, mücadele yöntemleri geliştirildi. Kimi uzmanlara göre geçmişte yaşanan bu tür salgınlardan gerekli dersleri çıkarılmadı. Yaşanan her salgının, insan sağlığında olduğu kadar, hayatın akışında da ciddi sıkıntılara yol açtığını geçmiş dönemlere bakarak görmemiz mümkün.
Tarihler M.S 165-180 gösterdiğinde yaşanan Antoninus vebası ise dünyadaki çiçek veya kızamık türüne benzeyen ilk salgınlardın biridir. İlk kez Irak’taki kuşatmadan dönen lejyonerler tarafından Roma’ya geldi. Belki de günde iki bin kişinin hayatının yok olmasına sebep olan bu veba, Roma ordusunu yok ederek imparatorluğun çöküşüne katkı sağladı. Virolojinin temel yapısına erken bir bakış atan veba, bağışıklık sisteminin zayıf olması hâlinde vücudun virüse karşı savunmasız olduğunu ve ölümcül olduğunu ortaya koydu.
1347-1351 yılları arasında görülen Kara veba (Kara ölüm) Moğol kamplarında görüldükten sonra Cenova tüccarları tarafından Avrupa’ya ulaştı. Kısa süre içerisinde Avrupa nüfusunun neredeyse üçte birini, yani 25 milyon insanın ölümüne sebep oldu. Veba, pireler tarafından yayılan diğer salgınlarla birlikte tekrar tekrar ortaya çıkarak yüzyıllarca devam etti.
Takvimler 1580 yılını gösterdiğinde ise dünyamız ilk büyük grip salgınıyla karşı karşıya kalacaktır. Her ne kadar ilk grip vakaları M.Ö Mora’da savaşan Yunan askerleri arasında görülmüş olsa da ilk büyük çapta grip salgını, 1580 yılının ortalarında Asya’da baş gösterdi. Salgın kısa bir süre sonra ticaret yoluyla Avrupa ve Kuzey Amerika’ya yayıldı. Tam ölüm sayısı bilinmezken yalnızca Roma’da 8 bin kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Bu dönemde Avrupa’da karantina prosedürleri ve sınır kontrol noktalarının ortaya çıktığı görülmüştür.
19. yüzyıl boyunca kolera salgınının meydana geldiği en az altı dönem vardı. Her şey Hindistan’ın Bengal Körfezi bölgesinde başladı ve salgın, ticaret yollarına yayıldığı için birçok can aldı. Ekonomik eşitsizlik hastalığın şiddetini daha da arttırdı.
Yakın tarihte yaşanan en şiddetli grip salgını ise 1918 yılında yaşanan ve “İspanyol gribi” olarak adlandırılan hastalık oldu. Yaklaşık 500 milyon kişinin yani dünyanın 3’te 1’inin enfekte olduğu salgında dünya genelinde 50 milyon kişi hayatını kaybetti. Birinci Dünya Savaşı’ndan daha fazla Amerikan askeri öldü. 1919 yılında virüs etkisini azalttı. Ancak devam eden 38 yıl boyunca daha düşük seviyelerde mevsimsel olarak ortaya çıktı.
1957 yılında ise Asya’da A virüsü alt tipi H2N2 ortaya çıktı. Pandemiye dönüşen hastalık nedeniyle dünya çapında 116 bini ABD’de toplam 1,1 milyon kişi hayatını kaybetti. Bu virüsün de kuşlarla bağlantısı olduğu anlaşılmıştı.
1968’de, Çin kaynaklı bir A (H3N2) virüs de küresel salgına dönüşmüştü. CDC’ye göre dünya genelinde 1 milyon kişinin hayatını kaybettiği salgından en çok etkilenen 65 yaş üstü kesim olmuştu. H3N2 virüsü, mevsimsel grip virüsü olarak küresel çapta hâlâ dolaşmaya devam ediyor.
Günümüzde ise durum çok vahim bir hâl aldı. Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs tüm alışkanlıklarımızı bir anda tersine çevirdi.
Öyle ya bazılarımız evlerini sadece uyumak için kullanır hâle geldi, aile denen kavram sadece bayramlarda hatırlanır oldu. Gezmeyi, tatil yapmayı bir kenara bırakın hava almak bile artık lüks hâle geldi. Evinizin güzel manzaralı bir balkonu varsa ne âlâ. Uyku düzenimiz değişti, gençlerin birçoğu geceyi sabahlayarak, filmler ve dizilerle geçiriyor. Ekonomik etkileri saymakla bitmez. Ruhsal yönden ise ciddi bir çöküntü içerisinde insanoğlu. Belki de bu sebepledir ki sosyal medyada daha fazla zaman geçirmeye başladık. Bir aralar kitap okuma furyası başlatan ve bunu paylaşmaktan geri durmayanların birçoğu bunu gösteriş için yaptığını bilmeyenimiz yok.
Lakin zamanın kıymetini bilenler için bu dönem doğru değerlendirildiğinde son derece verimli olacağı kanaatindeyim. Bu süreç bizler için büyük bir fırsat, tefekkür edelim, gözlemleyelim, kitaplardan oluşan fikir deryasında doyasıya beslenelim. Öyle sosyal mecralarda birilerine değil, kendi nefsimize meydan okuyup, kendimizi geliştirelim.
Geçmiş dönemleri iyi analiz edenler bilir ki, krizleri fırsata çevirenler her daim kazanmışlardır. Bizler hem bireysel olarak hem de ülke olarak bu dönemi iyi değerlendirmeli, bu süreçten kazançla çıkmanın yollarını aramalıyız.
Hayat durdu, alışkanlılarımız ise değişti. Yapmadığımız şeyi yapıyor, daha önce yaşamadığımız duyguları yaşıyoruz. Evdeyiz ve evde kalmaya devam ediyoruz. Bu sürecin de geçeceğine inanıyoruz. Sağlık sistemimize ve sağlık çalışanlarımızdan oluşan korkusuz ordumuza güveniyoruz. Silahını kuşanıp düşmanın üstüne korkusuzca giden güvenlik güçlerimizle nasıl gurur duyuyorsak, ölümcül salgının üzerine korkusuzca giden sağlık çalışanlarımızla da aynı derecede gurur duyuyoruz.
Tüm dünyada yaşananları hepimiz görüyor, gözlemliyoruz. Her geçen gün kendini yenileyen ve geliştiren sağlık sistemimizin bu korkusuz çalışanlarıyla birlikte bu virüsün üstesinden geleceğine inancımız tamdır.
Eğer bugün İtalya gibi, İspanya gibi veya Amerika gibi kötü durumda değil isek, bunu sağlık çalışanlarımıza borçluyuz. Hiçbiri geri durmayı düşünmedi, hiçbiri görevden kaçmayı da düşünmedi. Öyle ya, onlar da insan, onlarında bir canı ve geride bıraktığı bir ailesi var. Kolay mı bazı şeyleri göze almak? Çocuklarını bir aydır görmeyen doktor biliyorum. Hadi yetişkinler bunu bir şekilde atlatır, ya o çocuğun özlem dolu bakışları?
Bu satırları kaleme aldığım esnada İngiltere’de yaşayan bir arkadaşımla görüştüm. Durumun içler acısı olduğunu ve endişeli olduğunu söyledi. Bir an empati yaptım ve sonra dedim ki iyi ki ülkemdeyim. Her şey Allah’tan gelir, olur da başımıza bir şey gelirse ben sağlık çalışanlarımıza güveniyorum ve bu beni çok rahatlatıyor.
Ne mutlu ki benim ülkemde huzurevlerinde yaşlılarımız ölüme terk edilmedi.
Ne mutlu ki benim ülkemde yapılan tedavinin masrafları istenmedi.
Ne mutlu ki benim ülkemde hastalar koridorlarda yatırılmıyor. Ne mutlu ki benim ülkemde solunum cihazına bağlı hastalar arasında tercih yapılmıyor. Ne mutlu ki benim ülkemde vefat ettiğinde cenazen tırlarda saklanmıyor.
İşte bu sebeple tüm olumsuz yorumları görmezden gelip sağlık çalışanlarımıza ve sağlık sistemimize güvenelim. Onların canları pahasına vermiş olduğu bu mücadeleyi görmezden gelmeyelim. Bu dünyaya gözlerini açan her fert gibi, onların da yaşamaya hakkı olduğunu unutmayalım. Bu süreçte yetkililerimizin almış olduğu kararlara harfiyen uyalım!
Yaşanılan bu sıkıntılı süreçte gördüğüm bazı hususlar ise ayrıca mutlu olmamıza vesile oluyor. Jandarmamız sokağa çıkamayan amcamızın tarlasını sürüyor. Polisimiz evlere ekmek dağıtıyor. Vatandaş cebindeki parayı devletine bağışlıyor. Sağlık çalışanlarımız yüzlerindeki maskenin yapmış olduğu yaralara aldırış etmeden mücadele etmeye devam ediyor.
Bizlerde bu sayımızda, sağlık çalışanlarımızın vermiş olduğu bu amansız mücadeleyi görmezden gelmedik. Yaptıkları ve yapacakları hizmetlerden dolayı onlara minnettarız. Onların azim ve gayretleriyle bu süreçten en az hasarla çıkacağımıza olan inancımız tamdır.
Sözlerimi Sezai Karakoç’a ait şu dizelerle tamamlamak istiyorum;
“Şartlar ne kadar ağır olursa olsun ürkmeyiniz.
İnsanın alın yazısı ağırlığıyla şartların ötesindedir.”
Muhabbetle kalın.
Evde kalın, sağlıklar kalın…