NECİP FAZIL ÜNİVERSİTESİ’NİN SADIK TALEBESİ: MUSTAFA YAZGAN

-Mahmut Bıyıklı-

Uzun yıllar Necip Fazıl Üstad’ın yanında yürümüş, hizmetinde bulunmuş, dostluğunu kazanmış olan Mustafa Yazgan; kültür dünyamızın en renkli simalarından birisi. İlerlemiş yaşına rağmen davaya olan sadakati, istikbale olan ümit var tavrı, hiç bitmeyen heyecanı ile örnek ve öncü bir şahsiyet. Ne zaman kendisini görsem yenilendiğimi hisseder, pozitif enerjiyle dolarım. Yazgan’ın çalışma azmine bakıp daha çok çalışmam gerektiğini anlarım. Ondaki şevki görünce bütün yorgunluklarımı unutur, yeniden “bismillah” diyerek yollara düşerim. Yazgan gibi büyüklerimiz ülkenin zor yıllarını yaşamış, fikir çilesini çekmiş, tam inanmış adam olmanın bedelini defalarca ödemişlerdir. Bugünlere gelmemizde onların köy köy, kasaba kasaba, yoksul omuzlarına davayı sırtlanıp kapı kapı dolaşmalarının payı büyüktür. “Kim var?” denildiğinde sağına soluna bakmadan ileri atılan bir kuşağın asil temsilcisidirler. Ülkeyi saran katı Batıcılığa karşı sayıları çok az olan yerli aydınlarla omuz omuza vererek direnmişler, bu toprakları kimliksizleşmekten korumuşlardır. Öncelikleri hiçbir zaman nefisleri olmamıştır. “Önce vatan” diyerek yollara düşmüşler, yol olmuşlar, yol açmışlardır. Onların açtığı yoldan yarınlara daha emin baktığımızı özellikle söylemek isterim. Bu adamlar mal mülk, soy sop derdiyle değil memleket sevdasıyla yanıp kavrulmuş, millî bir nesil inşası için bütün varlıklarını feda ederek yokluğa, yoksulluğa talip olmuşlardır.

Yakın tarihimiz bu kahramanların destanlarıyla beslenmiştir. Hangi sayfayı açsak karşımıza bayrağı alıp en öne düşen, henüz destanı yazılmamış yiğitler çıkar. İşte o kahramanlardan biridir Mustafa Yazgan.

Zarif hitabetiyle gönüllere dostluk aşısı vuran Yazgan’ın hayatına baktığımızda bereketli bir ömür mücadelesiyle karşılaşırız.

Her anı dolu dolu geçen bir hayattır O’nunki. Şam’da tahsil görür, Türkiye’ye döndükten sonra uzun yıllar öğretmenlik vazifesini icra ederek devlet ile halkı bir araya getirmek gibi çok önemli bir misyonun gönüllü temsilciliğini yapar. Eskilerin “zülcenaheyn” dedikleri bir babanın himayesinde yetişir. Hem dinî-ahlakî, hem de dünyevi ilimlere haiz bu insan, küçük Mustafa’nın ilk öğretmeni olur.  

Hitabet ve yazarlığı irsidir. Bu özel yanları, “kâtip-zadeler” olarak anılan silsilenin beş kuşak öncesinde Padişahlık kitabetinde bulunmuş Kâtip Mehmed Efendi’ye dayanır. Konya ulularından Şıh Şerafeddin Hazretleri’nin ecdadından olan Yazgan ailesi, soy isimlerinin de işaret ettiği üzere kitabette ve hitabette sayılı bir kütüğe sahip. Yine ailevi sayılabilecek bir özellikleri de haksızlığa tahammül edememeleri.

Mustafa Yazgan, öğretmenliğinin yanı sıra büyük âlim ve hatip olan babası gibi, haksızlık her nerede yaşanır, her kimin başına gelirse mücadele etmenin emr-i bil-maruf olduğunun şuurunda ve adalete âşık bir yürek.

Çektiği zorlukları, ömründe verdiği kutlu mücadeleleri; gençlerin elindeki nimetlerin kıymetini bilmesi, baki olmadıkları şuuruyla kendilerinin de bu asil insanlık davasına sahip çıkmaları gerektiğini vurgulamak için anlatır.

Mustafa Yazgan o güzel İstanbul Türkçesiyle, o selis hitabetiyle tarihî kesitleri bir film şeridi gibi dinleyicisinin muhayyilesinde renklendirirken bilhassa genç muhataplarına dönerek şunu söylemeyi de ihmal etmez: “Beni iyi dinleyin ve dinlediklerinizi ahlak edinin.”

Osman Yüksel Serdengeçti’nin ifadesiyle; “Arkasında boşluk bırakmadan giden” ve vazifesini üst seviyede ifa eden Üstad, “Allah ve Resulullah âşığı olarak beni de anın” diye vasiyet eder. Mustafa Yazgan el-an bu kutlu vazifeyi hakkıyla yerine getiren hayırlı bir yol arkadaşıdır. Bıkmadan, usanmadan her platformda Üstad’ı aşk ile, vecd ile anlatır. Biz buna çokça şahit olduk. İster karşısında bakanlar, milletvekilleri, ister akademisyenler, ister üst düzey bürokratlar, ister lise ve üniversite talebeleri olsun; yormadan yorulmadan aziz üstadından bahseder. Bazen karşısına ilkokul çocukları çıkar bazen bir fabrikanın mevsimlik işçileri… Yazgan motivesinden hiç taviz vermeden aynı coşku ile Necip Fazıl’ı muhataplarına en güzel şekilde tanıtmaya çalışır.

Varoluş sebebiyle alakası olan her yaştan bütün merak ehline, Mücadelemizin Diyalektiği İçinde Türkiye ve Dertlerim, İlim ve Ahlâk, İslâm ve Kâinat, Çağımızın Ana Meseleleri, Ahenk, Tuğra, Fetihname, Kurtuluş Hasreti, Semavi Dinlerde Ahlak, Allah… Ölümsüz Gerçek, Mukaddes Dava kitaplarının yanı sıra, Buhran’ı, tatlı fantastik kitabı Monark Ütopia’yı, o harika Sessiz Çığlık romanını ve çocukluk idolümüz Buharalı Cengâver Zaferhan ve Malazgirt kitaplarını yazar.

Yazgan ruhuyla ve bedeniyle tam iman etmiş mümin, muvahhid, hayatta kesinlikle “tesadüf” kelimesinin geçerli olmadığına inanan bir kişidir. Necip Fazıl ile karşılaşması, kendisine Rabbimiz’in bir hediyesidir.

Necip Fazıl Kısakürek, Türkiye’mizin son yüz senelik tarihi içinde isim yapmış; sosyal, siyasal, kültürel, edebî ve ahlakî boyutlarda büyük çapta tesiri görülmüş değerli bir şair, edip, hatip, gazeteci, yazar, araştırmacı ve yayıncıdır. O, bu vasıflarıyla ürünlerini bir devrin içindeki bütün olumsuzluklara karşı yükseltici ve inkılâp çapında bir noktaya erdirici kutlu bir fikrin mensubudur. Bu vasfıyla Türkiye’mizde mevcut siyasal, sosyal, kültürel ve edebî kadroların oluşumunda doğrudan doğruya etkili bir fikir ve aksiyon lideridir.

Türkiye’nin son derece ilkel ve karanlık günlerden aydınlığa çıkış serüveninde, Üstad’ın çok kesin ve etkili rolü olmuştur.

Necip Fazıl Kısakürek, her şeyden önce ruh ve canıyla inanmış bir Müslüman’dır. Eserleri ve özellikle şiirleri bu inancın yoğun duygularıyla yüklüdür.

Mustafa Yazgan, Siyasal’dan sonra asistanlığa başlar. İki buçuk yıl orada kalır. İnançlı insanlara bir baskı uygulamaya başlanınca istifa etmek zorunda kalır. O dönemlerde Necip Fazıl Üstad’ı tanır, konferanslara başlar. Eksilmeyen bir şekilde 18 sene, rahmetli Necip Fazıl Üstad’la beraber Anadolu topraklarını karış karış dolaşarak Büyük Doğu mayasını çalmaya çalışır.

Akademik hayat bir anlamda orada inkıtaa uğrar ama Necip Fazıl gibi üniversiteler üstü bir insanla, hakiki bir üniversite ile tanışır.

Üstad, Yazgan’ı yönlendiren, fikir ve düşünce ikliminde eğiten, manevi bir baba olur.

İlk tanışıklığı enteresandır. On yaşında başlar onu okumaya. Çünkü babası Sebilürreşad, Serdengeçti, Büyük Doğu gibi dergileri alıyordur. Bu yayınları satır satır okur, dergileri âdeta hatmeder. Çünkü öylesine korkunç bir inkâr fırtınası esiyordur ki Türkiye’de, mutlaka o fırtınaların önünde durabilmek için bir yere sarılmak, kopup da rüzgâr önünde bir kuru yaprak olmamak durumunda olduğunun şuurundadır.

Asistan iken Gaziantep’e, Antep Ticaret Odası’na çağırılır. Kıbrıs ile ilgili “Kıbrıs’ın Dünü Bugünü Yarını” diye bir konferans istenir. Sene 1966…  Ticaret Odası’nda konferansı verir. Orda çok sevdiği hemşehrisi Halit Ziya Bey, “Yazgan Bey, yarın akşam Necip Fazıl gelecek. İstersen bekle de O’nu da dinle.” der. Ertesi akşam, Necip Fazıl Üstad’ın konferansına katılmak üzere sinemaya gider. En önde protokol kısmına geçip oturur. Biraz sonra Halit Ziya gelip, “Yazgan Bey, Üstad’la tanışmak ister misin?” deyince, “Elbette” diye cevap verir.

Makine odasında Üstad’a bir yer açmışlar, oturuyordur.  Halit Ziya, “Üstadım, Mustafa Yazgan Bey asistan. Türkiye Ortadoğu Kamu Yönetimi’nden sizi dinlemek için geldi.” der. Üstad gayet memnun olur. “Buyurun Mustafa Bey. Şöyle yanıma gelin.” der. Biraz sonra, “Mustafa Bey, beni siz takdim edeceksiniz.” diye emir buyurur.

Üstad’ın bir tarzı vardır; takdimci beş dakikayı geçti mi Üstad çok kızar, gelir elinden mikrofonu alır, kendisi konferansa başlar. Yazgan hitabetinin bütün kudretiyle yirmi dakikaya yakın konuşur. Bu süre normal zamanlarda Üstad’ın tahammül edemeyeceği bir durumdur. Yazgan arada bir dönüp bakar; perde arkasında Üstad elini bağlamış, tatlı bir tebessüm içinde gülüyor, kendisine hiçbir hareket yapmadan boynunu da hafif bükmüş bakıyor. Üstad son derece memnun kalmıştır ve  “Diğer kazalara da benimle beraber gelin Mustafa Bey, orada da beni takdim edin.” der. Ve o iki günü de orada Üstad’la beraber geçirirler. Ayrılırken; “Ben İstanbul’dayım. Ankara’dan İstanbul’a yolun düşerse mutlaka gel ve beraber olalım.” taltifine muhatap olur.

Üstad’ın cemiyet faaliyetleri içindeki Büyük Doğu Fikir Kulüpleri önemli bir yer tutar. Yazgan o dönemde Ankara Büyük Doğu Fikir Kulübü Başkanı’dır. O dönemlerde fikir, düşünce, sanat, edebiyat, hitabet çalışmalarında kendisini kavi bir şekilde yetiştirir. Büyük Doğu dergisi onun çileli dünyasının ve soylu fikir mücadelesinin tarihî belgesidir.

O vakitlerde Büyük Doğu yeniden çıkar. Sezai Karakoç Büyük Doğu’nun orta sayfasında sağ tarafta, Yazgan sol taraftadır… Üstad, “Yazılarını gönder.” der. Büyük Doğu döneminde beş-on yazı gönderir. Fakat Üstad’ın Büyük Doğu’ları uzun ömürlü olmaz, yazdığı bir yazıdan dolayı kapatılır, hemen hapis, mahkeme, dava olur… O yüzden de Üstad’la birkaç kere ağır cezaya çıkar.

Yazgan da üstadı gibi boşa yaşamamış, boşuna savaşmamıştır. Bu topraklara sevdalı, gür hisli, gür imanlı bir gençlik yetişmesinde zihin teri dökmüş, büyük fedakârlıklarda bulunmuştur.

Bugün hangi meclise gitse hemen etrafını okurları sarıp yetişmelerinde büyük katkısı olan muhterem Yazgan’a teşekkürlerini sunarlar. “Milli Türk Talebe Birliği’nden, Büyük Doğu Kulübü’nden sizi tanıyoruz. Biz sizin eserlerinizle büyüdük.” diyenler hiç eksik olmaz.

Ülkenin kan gölüne döndüğü karanlık yıllarda Türk gençliğine âdeta kanat gererek onları kör kurşunlardan, karanlık odaklardan, zararlı ortamlardan korurlar. Yazgan bir röportajında o meşum zamanları şöyle anlatır:

“Kızılay’da, sağ-sol kavgası, toz duman birbirine giriyordu. Polisler, coplar, vurmalar, bağrışmalar, mitingler… İmam Hatip Mezunları Cemiyeti’nde oturuyoruz arkadaşlarla. ‘Bakın, Kızılay Meydanı’nı görüyorsunuz. Bu usul, bizim usulümüz değildir. Bu bizim medeniyetimize aykırıdır. Bizim medeniyetimiz kitaptan ve kültürden geçer.’ diyerek, Büyük Doğu okuluna devam ettik. Ve bugün önemli vazifeler üstlenen aziz gençleri yetiştirdik.”

Üstad’la Bir Hatırası

Necip Fazıl’ı yakından tanıyan Büyük Doğu Üniversitesi’nden mezun olan Yazgan Ağabey’in, Üstad ile sayısız hatırası var. Ama beni her dinlediğimde hâlâ çok etkileyen şu tanıklığı özellikle paylaşmak isterim. Üstadın iz sürücüsünden dinleyelim:

“Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in mürşidine çok özel bir bağı vardı. Bir gün Bahri Zengin, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan ve Erdem Bayazıt ile beraber Bağlum’a, Abdulhakim Arvasî Hazretleri’ni ziyarete gittik. O gün mezarın yanındayken Üstad bize dedi ki; ‘Gidin, karşı yolda bekleyin.’ Biz arkadaşlarla dediği yere gittik, kendisini yirmi beş dakika orada bekledik. Biraz sonra sendeleyerek yanımıza geldi. O arada biz arabaya binme telaşındayken bir arkadaşımız mezara tekrar gitti. O arkadaşımız bize Üstad’ın akıttığı gözyaşlarından toprağın çamur olduğunu anlattı.”

Mustafa Yazgan’lar, Yunus’un deyişiyle; “Bu dünyaya güzel bir haber vermek için” gelen vatan ve millet fedaileridir. Allah onlardan razı olsun. Kendisine hayırlı, uzun ömürler ve bayrağı teslim edebileceği genç yürekler diliyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir