GÜL’ÜN EFENDİSİ
-Ebru Aytekin-
Söze nasıl başlasam Efendim… Ben seni anlatmaya bu kadar aciz iken, bu kadar kırık hâlde iken, seni nasıl yazılara yetirebilirim. Bilirim hep eksik kalacak. Bilirim senden söz açılacak ve ben susmayı bekleyeceğim. Yetiremediğim kendime asırlar ötesinden bir sevdayı nasıl dile getirebilirim. Şimdilerde “aşk” diye bir şey dile dolanıyor. Seni bilmeyen aşka vakıf mıdır Efendim? Seni sevmeyen, aşktan söz edebilir mi? Sen, içinde yanan korun alevisin. Sen bir sultansın gülün… Güller sana meftundur Efendim…
Yıl 571, ruhunuz bedenle dünyaya teşrif eyledi… İşte dünyanın oluş sebebi… İşte insanlığın varlık sebebi… Aşkın sesi çınladı Mekke sokaklarında.
Öyle bir hâle bürünsem ki çağlar ayrılsa ve zaman aradan irtica etse… Kum tanesi olsam senin bastığın yerlerde… Basacağın ümidiyle yansam Mekke sokaklarında, ansızın kopacak bir ılık rüzgârla moleküllere bölünsem, madde ile değil de ruhum gelse yanına… Bu kadar cesaret benimkisi… Hayal bile edemem ki!..
Hasretim Efendim, öyle hasretim ki senin bir “Ümmetim” demene!.. Soluğum buram buram hasret kokuyor!.. Yanığım Efendim bu derde düşeli… Dertlisin diyorlar, O’na meftun olmadan göçersem, bu benim için asıl derttir, bilmiyorlar… Ne zaman lafı güzel senden yana açılsa susuyorum, boğazım düğümleniyor Efendim… Geceler boyu hüzünle seni anmak isterdim Efendim… Daldık gaflete, sana layık ümmet olamadık… Cennet diyorlar Efendim, seni göremeyeceğim cenneti eyleyeyim ki!.. Senin aşkın yıllar yılı içimde sıcacık iken… Ey hüzünlü kalplerin durağı!..
Her nesnede sen, şu ay, şu güneş, şu yıldızlar, galaksiler, gökler, yerin en dibi, gelmiş geçmiş tüm mahlûkat aşkına sebep var. Böyle iken sensiz bir dünyada yokluk demek, kuraklık demek. Onca kelama yazık, onca nefese ziyan demek… Sen kalbi nurla yıkanansın. Aşkını bize lütfet. İçimize bahşet. Viran olduk, fâni aşklara düştük, cefaya bulandık… Sen ruha şifasın Efendim…
O’nu (s.a.v) gören, O’ndan (s.a.v) ayrılamaz. Dile gelir satırlar heyecanla… Onu yazacaksa mürekkep, en büyük duası kabul olmuş sayar. Ve işte yazayım; adı Muhammed (s.a.v), methedilen demek… Hem de Muhammed Mustafa (s.a.v), O’nu görenler O’ndan ayrılamadı. Kıyamete kadar sürecek âşıkları!.. Aşkın tecellisi ile dile gelse de gelmese de buluşacak gönüller geceleri… Seccadelerinde vuslat arzusu…
En çok kimi seviyorsun dediğinde geçecek ismin, biz telaffuz edemez isek af et Efendim…
Şiir gibi mısra mısra örülse gece, kalbimin en karanlık gecesinde ay ikiye bölünür seni görünce… Nur ve o heybet en ücra köşede sayıklar, en cevher hazine sensin Efendim… Yok bu derdin çaresi vuslata kadar.
Uçsuz bir deryadayım, önüm nur, sağım nur, solum nur; nura gark oluyorum aşkına… Sancısı içimde bitiyor nereye dokunsam sen, bir iz var bu topraklarda. Her nesnede sen…
Taneciklerden zuhur olsam, yeniden kalksam, uyuduğum bu rüyadan kalksam. Gördüğüm en güzel “gerçek rüya” idi. Ben yine hayat denilen rüyaya uyandım. Oysa yanında kalsaydım. Gitme deseydin, gitmezdim.
Kalbimizi aşkınla yıka, yıka ki başka aşklara tenezzül etmesin, Medineli Müslümanlar gibi yolunu gözleyelim, o tepeden gelecek gölgene sevinçle çığlık çığlığa bağrışalım. Bırakma bizi Efendim. Senden ayrı bırakmaya onca engele karşı sana olan âşıkların ellerini, bırakma Efendim… Ebu Cehiller var hâlâ hayatta, kan emiciler var Efendim…
Sen merhamet timsali, şefkat Peygamberi, kapılar açılsın yüzünü göster. Bu yaralı kullarına sevgini ver…