Çağımız Hastalıkları: Hırs-İnat-İflas
-Serdar Gün-
İnsan fıtratında birçok özellik barındırmaktadır. Bu özellikler yerinde kullanıldığı zaman yararlı, ifrat ve tefrit noktasına vardığında ise insan benliğinde kapanmayacak yaralar açabilecek seviyede zararlı olmaktadır. Örneğin cesaret erkekte fıtridir ve kararında oldukça hoş durmaktadır. Cesareti kararında olan “cesur” diye adlandırılırken cesareti düşük olan “ödlek”, fazla ve dengesiz olan ise “cahil cesaretli” diye adlandırılmıştır. İşte bu fıtri özellik gibi insanın başına bela olabilecek bir özellik daha vardır: Kazanma hırsı…
Kazanma hırsı da insanın doğasında olan, ifrat ve tefrite kaçmadıkça oldukça güzel olan bir özelliktir. Bir insan iş hayatında, eğitim hayatında veya bir spor alanında başarılı olmak isteyebilir ki bu gayet normal ve olması gerekendir. Kazanma hırsının hiç olmaması veya rekabet özelliğinin düşük olması başarıyı nasıl olumsuz etkiliyorsa başarmak ve kazanmak için her yol mubahtır anlayışı da başarılan işi anlamsız ve değersiz kılmaktadır. Kazanma hırsı aşırıya kaçtığında insanlar istedikleri şeyi başarana kadar geçtikleri yollarda başka insanlara zarar verdiklerini anlamaz, başarıya giden her yol mubahtır mantığıyla hareket eder ve bu yüzden yaptıkları yanlışları fark etmez, yanlışları anlatılmaya çalışıldığında “Eee… Nesi varmış ki bunun!” ya da “Sen de şu yanlışı yapıyorsun!” gibi cümlelerle kendine savunma mekanizması oluşturur. Meşru yollarda sarf edildiği zaman insanın kendisine verdiği zarardan başka hiçbir zararı olmamasına karşın gayri meşru yollarla yapıldığında hem kendisine hem çevresindeki insanlara zararı oldukça fazladır. Mesela bir insanın kariyerinde yükselmek ve maaşının biraz daha artması için gerektiğinden fazla çalışması ile diğer insanın aynı amaç için bir başkasının ayağını kaydırmaya çalışması buna en güzel örnektir. Birisi kendine zarar verirken diğeri bir başkasına zarar vermektedir.
Bu hırs Lidyalıların başımıza bela ettiği lanet nesne “para” ile birleşince insanı içinden çıkılmaz bir girdaba sürüklüyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi gayri meşru yollar bu insanların tek çıkar yolu oluyor; kolay, zahmetsiz ve hızlı para…
Maalesef ülkemizde son yıllarda şans oyunları sektöründe bir artış söz konusu. İnternetin gözde kumar sitelerinden birinin istatistiklerine göre, son yıllarda 18-25 yaş arasındaki oyuncu kitlesinde büyük bir artış gözlemleniyor ve dünyada oynanan sanal kumarın yüzde iki buçuğunu sadece Türkiye oluşturuyor. İddaa bayilerini görmüşsünüzdür hepiniz. İçlerinde çoğunlukla genç denebilecek insanların olduğu varsayılırsa 18-25 yaş şaşılacak bir istatistik değil. Şans oyunu oynayanların yaklaşık yüzde 14’ünün kişisel gelirinin yüzde 5-15’ini; yüzde 2,1’inin yüzde 15-20’sini; yüzde 2,5’inin yüzde 20-30’unu ve yüzde 1,8’inin de yüzde 30’un üzerinde bir tutarı buralara harcamakta. Bu durumdaki insanların ekonomik sıkıntı yaşamamaları mümkün değildir. Nitekim şans oyunu oynayanların yüzde 30’u da, “borç ödemek ya da maddi problemlerini çözmek için” oynadıklarını ifade etmekte. Maddi problemi bir başka maddi metaa ile çözmeye çalışmakta çok ilginç aslında…
Kumarda en tehlikeli şey bir defa kazanmaktır. Bir defa kazanan ikincisinde de kazanacağını düşünür. Eğer kazanamazsa üçüncü oynayışta olacağını onda da olmazsa dört, beş… Yani bir inat, sonsuz bir döngü. Kişi pişmanlık içinde bir daha oynamamaya yeminler edebilir. Çeşitli sürelerde kumardan uzak durmaya çabaladıktan sonra tekrar oynamaya başlayabilir ve bu evreler tekrarlanır. Kumar bağımlılığı ilerleyici bir hastalık olup sadece o kişinin değil yakın ilişkide bulunduğu herkesin hayatını etkiler. Kumar bağımlıları engellenemez şekilde kumarla çok uğraşır ve gittikçe daha büyük paralar kaybederler. Bazen kazansalar da zaman içinde büyük kayıplara uğrarlar. İş saatlerinde dahi kumarla ilgilenebilirler ya da akıllarını meşgul ederler. Örneğin; iddaa ile ilgili yayınları takip ederler. Kumar oynamayı özlerler. Sosyal ve aile hayatlarını aksatarak, bütün vakitlerini buna harcarlar. Borç alarak kumar oynamaya ya da mal varlıklarını satma yoluna kadar gidebilirler. Sadece kendilerinin değil yakın çevrelerindeki kişilerin de mal varlıklarını bitirecek noktaya gelebilirler. Büyük bir kayıp sonucu çevrenin tepkisini aldıklarında bir süre oynamayıp çevrelerine söz verseler de bir süre sonra içlerindeki dürtüye tekrar yenik düşerek tekrar başlayabilirler. Kumar bağımlıları, kumar oynadıkları anda duydukları büyük heyecanın etkisiyle her şeyi unutur ve o anda başka bir şey düşünemezler. Arada kazanıp zararlarını geçici bir süre kapatsalar, hatta kâra geçseler dahi artan miktarla oynamaya devam ederler. Oynama anındaki heyecanın bağımlılık yapması nedeniyle kişi, kaybetmesine rağmen oynamaya devam eder. Bu kişilerde depresyon sık görülür. Kumar bağımlılığının daha oluşmadan engellenebilmesi için öncelikle kumar oynamanın baştan engellenmesi gerekir. Sonradan “Bir iki liradan ne olur”, “Ben para için oynamıyorum ki!” cümleleri kâr etmez. Daha da kötüsü insanın tüm bu olanlardan dolayı kendisinden vazgeçmesi ki bu tam anlamıyla bir “iflas”tır…
Peki dinimize göre kumar nedir ve hükmü nedir? Ayette kumar (meysir) sözcüğü, kolaylık anlamına gelen “yüsr” kökündendir. Yorulmadan, alnı terlemeden, kolaylıkla mal kazanmak veya kaybetmek yöntemi olduğu için bu adı almıştır. Kumar, içki yasağı ile birlikte şu ayetlerle yasaklanmıştır. “Ey iman edenler! İçki, kumar, tapmak için dikilen taşlar ve fal okları ancak şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?”(Mâide, 5/90, 91) Kumar amacı olmaksızın sadece spor yapmak, zihni dinlendirmek ve eğlenmek gibi meşru bir amaçla oynanan bir oyunun mubah sayılması için şu dört şartı taşıması gerekir:
a) Namazın vaktinin geçmesine veya gecikmesine yol açmaması,
b) Kazananın kaybedenden alacağı bir bedel karşılığında oynanmaması,
c) Oyun sırasında dilin kötü ve boş sözlerden korunması,
d) Büyük ölçüde vakit israfına yol açmaması.
Bir hikâyecik ile yazımıza son verelim: Bir kasabada açgözlü, mal mülk hırsıyla dünyaya adeta yapışmış bir adam yaşar. Servetine servet kattıkça daha çok ister. Aslında hayli zengindir ama hiç doymaz. Bu adamın büyükçe çiftliği; uşaklar, yardımcılar, hizmetçileri vardır. Bir gün en yakın komşusu vefat eder. Daha komşusunun toprağı soğumadan onun da bütün çiftliğini arazilerini satın alır. Ama gözü yine doymaz. Hep daha çok mülk, toprak ister. Bir gün gazeteleri okurken şöyle bir ilân görür: “100 $ öde, yürüyebildiğin kadar toprak senin olsun!” Gözleri fal taşı gibi açılır adamın, “Yanlış okudum galiba?” der. İlanı tekrar tekrar okur. Hemen ilan sahibini bulup heyecanla sorar: “Gazeteye yerdiğiniz ilan doğru mu?” “Evet!” der adam. “Yani 100 $ ödersem, yürüyebildiğim kadar toprak benim mi olacak?” “Evet, ama bir şartım var. Sabah yürümeye başlayacak ve akşam güneş batmadan burada olacaksın. Güneş battıktan sonra gelirsen kaybedersin!” “Tamam!” der adam. Ertesi gün sabah erkenden gelir ve toprak sahibinin gösterdiği noktadan yürümeye başlar. Daha çok toprak sahibi olmak için koşar adım yürür. Saatlerce yürür; ırmaklar, ormanlar; verimli araziler geçer. Hepsine iştahla bakar ve “Burası torunlarıma, burası bana, burası oğluma, burası yeğenime…” diye kafasında bölüştürür. Uzun zaman yürür. Ara sıra güneşe bakar, dönüş mesafesini ayarlamak için. Güneş batmadan dönme şartı olmasa hayatının sonuna kadar yürüyecektir. Nihayet bir noktada karar kılar. Geldiği yere kazık çakar, işaret koyar ve geri dönmeye karar verir. Fakat vakit gittikçe daralmaktadır. Güneş batmaya yüz tutmuştur. Bizimki koşmaya başlar. Ciğerlerini patlatırcasına koşar. Kan ter içindedir; dili bir karış dışarı çıkmış, adım atacak hâli kalmamıştır. Nihayet güneş son tepenin arkasına inmek üzereyken adam son bir gayretle yetişir. Yüzüstü toprak sahibinin ayakları dibine düşer. Ağzından incecik bir kan sızmaktadır. Toprak sahibi adamı ters çevirir, kontrol eder; ölmüştür! Toprak sahibi gözlerini ufka diker ve yanında duran yardımcısına der ki: “Evlâdım! İşte bir insana yattığı yer kadar toprak yeter!”