Anadolu’nun Beyaz Neferleri

-Ebru Aytekin-

“Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

                                    insanlar için ölebileceksin,

                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

                        hem de en güzel en gerçek şeyin

                                      yaşamak olduğunu bildiğin hâlde.”                                                                                

Nazım Hikmet

Gün gelir bir dünya sizden bahseder. Gün gelir sizden artık “kahraman” olarak söz ederler. Ve bir dünya sizi alkışlar. Evet bu alkışlar size, sonuna kadar hak ettiniz bunu, özveriniz için. Bizim ise sadece ama sadece evde kalmamızı rica ederek görevleri başlarında olan kıymetli sağlık çalışanlarımıza minnet borçluyuz.

Hayatımız bir anda dünyayı da tehdit eden gözle görülmeyen bir virüsle değişti. Öyle ki daha önce filmlerde gördüğümüz, kitaplarda okuduğumuz bir olay, küresel olarak dünyayı etkilen oldukça bulaşıcı bir hastalıkla adeta bizi evlere hapseder oldu. Hayat neredeyse bizim için de durmuş oldu. Herkes farklı algılasa da kimi stok yaptı, kimi ise durumun bu denli ciddiyetini kavramak istemedi; ama birileri vardı ki onlar belki de hayatlarının en zorlu sınavını veriyordu. Dilimize tüy bitiren telkinler ile mücadele de etmek vardı. Belki de cahillik, hastalıktan daha beterdi. Çünkü virüsü bulaştıran insandı.

Biz evlerimizde kalarak can sıkıntı ile şikâyet ederken onlar hayati tehlikesi olan en riskli işin başında görev başındaydılar. Onların ise şikâyeti evinden çıkanlardı. Gözleri kan içinde kalan, yüzleri maskelerden izler oluşmuş uykusuz ve yorgun neferlerdi onlar. Bu hak değil mi? Asıl bu kul hakkı değil mi? Sağlıkçılarımıza ne kadar teşekkür etsek az.

Kahraman sağlıkçılarımızın ne hikâyeleri vardır bir gün torunlarına anlatacakları. En çok onlar hak ediyor bunu. Anladık ki bir ülkenin yükselen binaları kadar hastanelere de ihtiyacı var.

Şu an tüm dünyanın yükü onların üstünde. Evet, sağlığımızın her şeyden önemli olduğunu öğrendik. O vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımız bir anda önemini kaybetti. Hatta işteki yetişmesi gereken işler biran da bitti. Ne kadar hızlı yaşıyorduk oysa. Dışarısı bu kadar sevilmemişti belki de.

Evet, bir savaş veriliyor; cephe de ise beyaz önlüklü askerler. Onlar Anadolu’nun beyaz önlüklü neferleri. Herkes üzerine düşeni yaparsa tez zamanda bu savaştan zaferle çıkacağımız bir savaş. Kıymetini bilemediğimiz onca nimete şükür zamanı. Hani bazı şeylere çokça şikâyet eder dururduk ya; şu kalabalıktan, trafikten, erken kalkmaktan, o beğendiğin eşyaları alamamaktan, bazı şeylere vakit ayıramamaktan. En değerli, en gerekli şey sağlıkmış meğer. Şu nefesi almakmış doya doya. Hava demişken bedava bize. Orhan Veli’nin dediği gibi;

Bedava yaşıyoruz, bedava;

Hava bedava, bulut bedava…

Bunca nimetin içindeymişiz. Sağlıklı olmak ne büyük nimetmiş meğer. Ve kavradığımız onca şey; temizliğin ne kadar önemli olduğunu iyice idrak edildi dünya tarafından. Çok ileri gidememişiz demek ki, uzaya çıktı insanoğlu ama daha kendini keşif edememiş. Daha içindeki mucizenin farkında değil. Onca makale tezler sunuldu ama bir micro büyüklüğe sahip virüsle başı hâlâ dertte. Vazifemiz evde kalmak. Kendimizi keşfe açmanın vakti. Sabrın zorlaştığı anlarda tevekkül edip, hep demez miyiz “bu da geçer ya hu” işte bunun vakti. Ecdadımıza şimdi kulak verme vakti. Asırlar öncesinden gelen bilgiye erme vakti. Başta sağlıkçılarımız olmak üzere görevi başında olan hizmet veren tüm çalışanlarımıza dua vakti. Tüm insanlığa, dünyanın bu durumdan çıkış bulması için dua vakti… Bilmeliyiz ki dünya var oldukça bu gibi salgınlar olmuş bundan sonra da olacak. Nasıl bir gün bitmişse geçmişte, bugün bu salgın hastalık inşallah sona erecek. Kurallar ise hep aynı, değişmemiş.

Bir kıymetli doktorumuzun sosyal medyada paylaştığı bir gönderi durumu özetliyor: “Kendimi Sarıkamış cephesinde Allahuekber Dağları’nda süngü takıp piyade savaşına gönderilen Osmanlı tabibi gibi hissediyorum.”

Yine saygıdeğer bir doktorumuzdan bugünlerin parolasını sizlerle paylaşayım:

“AZAMİ TECRİT, TAM TEVEKKÜL”

***

Evet, bizi yeni bir dünya bekliyor olabilir, bu yeni dünyada nasıl olacağımız bizim elimizde. Bu dünyada daha okuyan, daha bilen olmalıyız. Artık ilk emrin neden “Oku!” olduğunu anladınız mı? Okumalısın çünkü, başka bir yol yok. Yıllarını okumakla geçiren beyaz önlüklü neferler var. Kolay gelinmiyor bu noktaya. Sadece okumak değil, okuduğunu vicdanınla bütünleştirmek gerek. Zamanı nasıl geçirdiğimize dikkat etmeliyiz. Nasıl doğa alırsa elinden çıkanları bir gün, boşa geçen günler de öyle alıp götürür sizden. Zaman size altın tepside sunuldu şimdi.

Yeni umutlarla dolu bir hayat bizi bekliyor. Hayallerimize kaldığımız yerden devam edelim. Hatta daha çok. Asla vazgeçmeyelim hayallerimizden. Ve ne olur eve girdiğimiz gibi çıkmayalım dışarı. Daha okumuş, daha bilgili, daha idrakine varmış olalım.

Sağlıklı, huzurlu günlerde tekrardan buluşmak dileğiyle…Hoşça bakın zatınıza!..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir