Dört Nokta – Faruk YILMAZER
Dört Nokta
– Faruk YILMAZER
Alfabemizin azizliği olsa gerek…
“Oldu” ile “öldü” arasındaki fark sadece dört nokta…
Ölmeden olmak, ölmeden ölmeye yakın dururken; olmadan ölmek, fincancı katırlarının ürkmesine ve bir ton sopa yemeye sebep olabilir maazallah!..
Olgunluğa erişen “oldum” demez. Diyorsa olmamıştır. Yine ölen kişi “öldüm” diyemez. Malum sebeple… Bu açıdan kelimelerin, birinci tekil şahıs kullanımı birazda kelime israfıdır.
Birde “olmak ya da olmamak” tiradı var ki, hikâyemizle alâkası yok. İyi ki de yok. Ölümü uykuyla bir tutar William usta, bize ters. Biz inanırız ki; dünya hali uyku halidir, ölümse uyanış. Neyse…
Bizim kahramanlarımız iki kişi. İki eski dost. Edi ile Büdü, Lourel ile Hardy gibi değil de… Daha bir bizden… Karagöz ile Hacivat kıvamında. Hatta teşbihin geniş hoşgörüsüne sığınarak, ayarında harmanlanmış tahin ile pekmez kıvamında dahi diyebiliriz.
Haşmet ile Dilâver.
Haşmet’in araç tamir atölyesi var, Dilâver nakliyeci. Yıllardır aynı semtte oturuyorlar. Ama tanışıklıkları, Dilâver’in kamyoneti yılların yükünü çekemez duruma geldiğinde başlıyor.
Dilaver bir sabah işe gitmek için evden çıktığında bir türlü çalıştıramıyor, “Dört Teker” diye isimlendirdiği kamyonetini. Kulaklarının neresi olduğuna karar kılabilse; birine ezan, diğerine kamet okuyacağı süt yerine mazot içen evladını.
İşi acil olduğu için, uzaktaki devamlı ustasını değil de mecburen Haşmet Usta’yı çağırıyor. Haşmet Usta bakıyor ki, aracın derdi büyük;
– Atölyeye götürmemiz gerek, diyor. Ve birkaç gün yatması… Eğer adam akıllı tamir edilmesini istiyorsan.
Ve ekliyor;
– Sağlam bir masrafı da göze almalısın üstelik.
– Aman Usta, diyor Dilâver. İşim acil. Sen Dört Teker’i bir çalıştırıver. Sonrasına, sonra bakarız.
El emeğinin karşılığı olan beş lira gibi cüzi bir bedel mukabilinde geçici bir çözümle çalıştırıyor aracı Haşmet Usta. Ama uyarmayı da ihmal etmiyor;
– Uzun süre dayanmaz. Stop ettiğinde tekrar çalıştıramayabilirsin.
İkinci gün aynı olay tekrar yaşanıyor. Üçüncü gün tekrar… Dördüncü gün, Dilâver yirmi beş lira uzatıyor Haşmet Usta’ya;
– Beş günlüğüne Ankara’ya gitmem gerekiyor Usta. Sen şu bizim Dört Teker’i, beş günlük tamir ediver.
Büyük bir dostluğun başlangıcı oluyor bu muhabbet. İnce esprileri ve birbirlerine yaptıkları latif şakalar, mahallenin diline düşüyor. Sonrasında Dilaver Haşmet’siz, Haşmet Dilâver’siz düşünülemez hale geliyor.
Bir Cuma vakti, camiye erken gelen Haşmet arka saflarda otururken; geç kalan Dilaver’in, koşar adımlarla içeriye girerek ön saflara doğru ilerlediğini görüyor. İmamın “safları sıkı tutalım, ey muhterem cemaat” nidasının ardından yanına gidiyor ve Dilaver’in koluna sıkıca yapışıyor. Canını yakan bu densizin kim olduğunu görmek için başını çevirerek yüzüne bakan Dilaver’e gülümsüyor;
– Duymadın mı? Hoca safları sıkı tutun, dedi.
Bir zaman sonra kaçırılmayacak bir iş teklifi geldiğinde, karnı burnunda olan eşini ve dokuz yaşındaki oğlunu önce Allah’a, sonra Haşmet’e emanet ederek yola koyuluyor Dilaver. Aklı evinde kalsa da, yapacağı bir haftalık Karadeniz yolculuğu sonunda alacağı ücret neredeyse bir aylık gelirine bedel… İçini rahatlatan tek detay, sevdiklerini en güvenilir ellere teslim etmiş olması.
Yolculuğunun henüz ikinci gününde, vaktinden evvel doğum sancıları başlıyor kadıncağızın. Komşu kadınlarında yardımıyla hemen hastaneye yetiştiriyor Haşmet, emaneti. Sezaryenle gerçekleştirilen doğum sonrası bir oğlu daha oluyor Dilaver’in. Telefonla ulaşarak bu mutlu haberi hemen vermek istiyor Haşmet, can dostuna. Ama ulaşamıyor. Mecburen mesaj çekiyor
“Tebrik ederim. Oğlun oldu.”
Kadıncağızın, doğum sonrası yirmi dört saat gözetim altında kalması gerektiğinden, tekrar mahalleye dönüyor Haşmet. Hastaneye giderken kendi evine bıraktığı Dilaver’in büyük oğlu sokağa çıkmış, arkadaşlarıyla oyun oynamaktadır. Gözden kaybolmamasını tembihleyerek işinin başına geçiyor.
Tamir işlemini nihayetlendirdiği bir aracı, test etmek adına atölyeden geri vitesle çıkarırken, gözü dikiz aynasına takılıyor. Hafif rampa olan sokağın yukarı tarafından bir otomobil hızla aşağıya, Dilaver’in oğlunun ve arkadaşlarının olduğu bölgeye doğru ilerlemektedir. Şoförün el kol hareketlerinden aracın freninin tutmadığını anlıyor. Müdahale edebilmek için birkaç saniyesi vardır. Ve karar kılacağı dört seçenek, dört noktayla sonlanan… Düşünce hızının, ışıktan bile daha süratli olduğunu o an anlıyor Haşmet.
Birinci seçenek; olduğu yerde bekleyerek, çocukların aracı fark etmesi ve zamanında kaçabilmeleri için dua etmek. Tevekküle aykırı bu seçeneği; çocukların, feci şekilde ezilmesiyle sonuçlanması ihtimali yüksek olduğundan, eliyor.
İkinci seçenek; içinde bulunduğu aracın kornasına asılarak, çocukların dikkatini çekmek… Çocukların dikkatinin dağılmasına ve oldukları yerde mıhlanıp kalmalarına sebep olabilecek bu seçeneği de hemen eliyor.
Üçüncü seçenek; araçtan çıkarak çocuklara doğru koşması ve onları tehlikeli bölgeden uzaklaştırması… Bu şıkkı da hemen eliyor. Zira freni tutmayan araçtan daha hızlı koşabilmesinin ve çocuklara ulaşabilmesinin imkânı yoktur.
Bir söz vermiştir dostuna, emanetlerine sahip çıkacağına dair. Henüz bir saati bile bulmamış bir zaman süreci önce “oğlun oldu” müjdesi verdiği dostuna, şimdi nasıl olurda “oğlun öldü” kara haberini ulaştırabilir. Aradaki fark sadece dört noktadır ama aynı anlam farkına uğrasa; üzerinde nokta gibi duran mehtabı azat eder, dünya. Risk altında olan tek bir çocukta değildir üstelik.
Kendi hayatını riske atan dördüncü seçeneği uygulamaktan başka çaresi kalmamıştır ve daha fazla düşünmeye gerek görmeden gerekeni yapıyor. Yukarıdan gelen otomobil bulunduğu mevkie yakın bir pozisyona yaklaştığında, içinde olduğu aracın gazını köklüyor. Geriye doğru ok gibi fırlayan araç, arızalı otomobilin burun kısmına şiddetle çarparak yönünü değiştirmesine sebep oluyor. Önce solundaki binanın duvarına, sonra bir metre açığındaki elektrik direğine çarparak nihayet duruyor.
Çocuklar kurtuluyor. Gürültünün sebebini öğrenmek için sokağa fırlıyor esnaf. Arızalı araç sahibinin bilinci yerindedir. Fakat başı, direksiyona yaslanmış şekilde duran Haşmet, hareket etmiyordur. Derhal ambulans çağırıyorlar.
Bir hastane odasında nihayet gözlerini araladığında, yaşlı gözlerle ayılmasını bekleyen Dilaver’i görüyor karşısında Haşmet. Peş peşe ulaşan doğum ve kaza haberlerinin ardından, geri dönmüştür şehrine. Gayrı ihtiyari soruyor;
– Ölmedim mi?
Dilaver’in gözyaşları, sağanağa dönüşüyor bu sorunun ardından,
– Hayır, ölmedin!.. Oldun… Önce dostumdun. Şimdi yoldaşım oldun… Kardaşım oldun… Candaşım oldun!..
Yaradan; aramadın, yan baktın, soğuk davrandın gibi bahaneler üreterek dostluğa nokta koyan değil…
“Noktalardan dostluk dokuyan güzel insanlarla” karşılaşmayı nasip eylesin, her birimize…