Tanımsız Hayat – Tolga Akpınar
Tanımsız Hayat
– Uğur CANBOLAT –
Yıllar sonra onu gördüğümde kendimle karşılaşmış gibi oldum. Sanki kanıma, beni kendine bağımlı kılan bir zehir zerk oldu… Ellerim uyuştu. Ayaklarım titredi. Alt dudağım esnedi. Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Sanki bir bilgisayar oyununun son kısmında bulunması gereken mücevheri bulmuştum. Üstelik aramaya çıkmamışken, oynamıyorken hiçbir oyunu. Kendimi bir oyunun içinde buldum… Öyle bir oyun ki ne oynayan suçsuz, ne oynanan suçlu, ne oyun masum… Öyle bir oyun ki oyun olduğunu yalnızca oynayan biliyor…
Bu oyunun fon müziği elbette acıklı, hüzünlü şarkılar… Ama en etkili en dokunaklı yeri, oynayanın sesi. Bu oyunun en can acıtan yeri; akıldan çıkmayan o sesin duyulduğu, yankılandığı an, her an…
Ben bir oyunun içinde kayboldum. Oyuncak oldum, düştüm, kırıldım, toparlandım, parçalarımı toparladım, sonra yine düştüm, yine kırıldım. Paramparça oldum…
Zerrelere bölündüm.
Tam olmak, bütün olmak değildir; bir arada, yekvücut olmak değildir belki.
Tam olmak parça parçayken, paramparçayken yekvücut hâlindeki parçaları özlemek de olabilir, bütün hâline özlemdir belki, sorgulamadan, şeksiz şüphesiz hasrettir inandığın, olması gerektiğini sandığın varoluşa bağlanmaktır. Sevmektir onu, tutunmaktır kırılma ihtimalini göz ardı etmeden ama umursamadan düşüp paramparça olmayı… Bir yangının parçası olup o yangında en harlı, en kor olan tutuşmaktır… Tam olmak, tutunmaktır bir taş gibi bir kayaya, tutulmaktır ışığın ışığa, tutuşmaktır közün köze olduğu gibi ve sızlamaktır mesela bir yaranın tüm ruhu, bedeni acıtması gibi…
Tam olmak, acı çekmenin tümevarım hâli de olabilir diye düşündüm bir an…
Hayat çok acımasız, dedim sonra. Acımasız ki o yüzden paramparça… Kendi acısını tüm zerresiyle, ruhuyla, bedeniyle hissedemiyor, bu yüzden acımasız. Acısında bütünleşemiyor, o yüzden tam değil, o yüzden tümevarımsız bir hayat. O yüzden hâli tanımsız…
Acımasız… -sız…