Söz – Aykut ARTAN

Söz

– Aykut ARTAN –

“Dilimiz ediyorsa söz, kalbimiz ediyorsa naz, yazımız aşktır, yazımız hak…”

    “Söz uçar, yazı kalır.” işte bu söz çok kullanılır bizler tarafından. Kimi zaman yazılarımızın içinde, kimi zaman da sözlerimizin arasından çıkar.  Unutanlar için ya da unutulanlar için söylenmiş olsa gerek bu söz, ya da insanın unutkan olduğunun bir göstergesi olarak da kullanılır, atasözü gibi. Bu sözü ilk kim bulmuştur, ilk kimin ağzından dökülmüştür bilmem, bildiğim tek şeyse buram buram tecrübe koktuğudur. 

     İnsanoğlunun fıtratında hep vardır bu, unutmak, hatırlamamak, yok saymak gibi birçok örnekle çoğaltabiliriz bunu. Peki ya kalemin yazdıkları da söz değil midir? Ağızdan dökülmese de sözcükler, dil çevirmese de kelimeleri, söz değil mi onlar da?   En içten, ta içten dökülmez mi o kelimeler; insanın, kâinatın, kalbin merkezinden gelmez mi o kelimeler.  Dilin dönmesi söz de elin konuşması nasıl söz olmaz değil mi? 

      İnsan işte unutkan dedik, çünkü gerçekten öyle. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna; “Evet, sen bizim Rabbimizsin.” dediğimizi kim hatırlıyor?   Belki de hiç birimiz, belki azımız, belki de kimse. Ama öyle ya insan unuttuğu için, siz bunu dediniz diye Araf suresi, 172. ayette açıklıyor ya Rabbimiz. 

      Biliyor işte yarattığını, kalbini biliyor, seni biliyor, sözü biliyor ve hatırlatıyor bize yazı ile kendini. Evet, söz uçar yazı kalır, çünkü bu ezelden ebede böyle, bakın büyüklerimiz, din âlimlerimiz “Kuran’ı” açıklarken Allah’ın kelamı, Allah’ın sözü diyorlar.  Demek ki yazı da sözmüş, demek ki sadece diller söylemiyormuş sözü.

      Günümüzde söz söyleyen çok, söyleyecek sözü olan da çok, her şeye bir söz bulan da çok.   Meselenin özü şu ki; söyleyecek sözü olan da söz söylüyor, sözün ne olduğunu bilmeyen de.  Diller zehir zemberek, kalemlerin mürekkebi nefret ve kinle dolmuşsa ve kurşun yerine sözler atılıyorsa karşıdakine, mert sözcüğü de sözde kalmamış demektir.  Kalem kalpten geleni mi yazar, yoksa onu tutan elin isteklerini, nefretini mi bilinmez. 

      Ama gönül ister ki güzel şeyler aktarsın yarınlara, güzel sözler söylesin, güzel cümlelerle yarınları inşa etsin genç nesillerin gönül hanesinde. Eğer ki güzel şeylerin üstü örtülürse, güzel olan hep ertelenirse, yarın da kalmaz, yarın için söylenecek güzel söz de. Söz değip geçme, söz güven kokar, sevgi kokar, merhamet kokar, insan kokar, hepsinden önemlisi “o” kokar; tüm sözlerin anlatmaya yetmediği güzel, âlemlere rahmet, yaratılmışların en güzeli H.z Muhammed (s.a.v)…

   Bu kadar güzelin içinde, güzel olmayanı yazmak da marifet sayılır oldu günümüzde. Kin yazan da alkışlanıyor, nefret döken de.  Ahlaksızlık kokuyor cümleler, kahpeliği bir mertlikmiş gibi aktarıyorlar ve üstüne övünmeler, sahnelerde alkış tutulmalar ve bunun üstüne gittikçe küfrün ve küffarın artması. Bizim milletimizin de bunu bir marifet zannedip, o küffarı başının üstüne çıkarıp, şımartması bir o kadar korkunç bir şey.

   Sen doğru ol, sen doğru yolda ol, sen hep doğru da ol ki varsın seni kimse alkışlamasın, sevmesin.  Doğrunun asıl sahibi, kalbin asıl sahibi seni bilsin yeter.  Onur ödülleri, şarap kadehleri, umarsızca kahkahalar, söylediği her küfürlü sözde alkış tufanı ve bunun adı, mizah. İşte bunların hepsi bu dünyalık.  Hiç gördünüz mü başından doğru konuşanların, sonuna doğru ortalardan kaybolduğunu.

   Hep çilesini yolun başında çekenler, yaşayacağı tüm güzelliklerin bedelini yolun başında ödeyenler, her zaman sonda refaha kavuşmuşlardır. Ve yine hiç gördünüz mü yalanı, yanlışı hem konuşan hem yazanların sonunda ortalarda olduğunu.  O etrafa savurdukları küffarın içinde yok olup gitmişlerdir hep.

   Şimdi az ya da çok bizim elimizde kalem tutuyorsa doğruyu yazmalı, az ya da çok dilimiz dönüyorsa doğruyu söylemeli. Hiçbir şey olmaz ise en azından yarın doğrunun sahibinin karşısında alnımız açık, başımız dik dururuz. Şimdi diyecekler ki herkes kendi bildiği doğrunun peşinde, herkes kendi doğrusunu savunuyor. Evet, bu cümleyi kuranlar kesinlikle haklı olacaklar. Ama bir davayı, bir inancı savunurken de hak olanı savunmak gerekli.  Hak olmayıp batıl olan savunuluyorsa o dava, dava olmamış olur.  Her ne yapıyorsak hakkı savunmalıyız, haksız savunulan her ne ise sahipsizdir.

   İşte söze nereden başladık nereye geldi, demek ki söz doğru olursa doğruyu konuşturuyor, doğruya götürüyor.  O yüzden sözümüz de, yazımız da, sazımız da hak desin, yâr desin, dert desin, aşk desin, muhabbet desin, biz desin. Bunlar olursa biz, biz olmuş oluruz.

 

 

                                 “Doğru bizdedir, biz doğru olan da; özümüz candır, yazımız canan…”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir