Ne Doğu, Ne Batı – Ahmet TURGUT

Ne Doğu, Ne Batı

– Ahmet Turgut –

“Doğu” ve “Batı”, İki coğrafik yön olmaktan ziyade karşılıklı mukayese yoluyla birbirlerinin oluşumunu sağlayan iki kavram sayılır. Hemen her kavramda gözleyebildiğimiz üzere “Doğu” da, “Batı” da göreceli olarak değişik çağrışım kümelerine sahip. Öyle ki; “Doğu-Batı” denilince kimileri “Hak-Bâtıl”, “İyi-Kötü” misali sıfat ikilileri hatırlarken, aynı imajı gelişmişlik ve refah kriterleri üzerinden ayrı ayrı yâd edenler de çıkabiliyor. Hepsinde de müşterek olan tek husus, “Doğu-Batı” ikilisinin tezatlar vazediyor oluşu.

Bu bakışın kendisine de tezat şekilde ‘Doğu ile Batı’yı bütünleyici ikiller üzerinden ele alma şansına sahip olabilir miyiz? Nitekim şahsî tercihim bu ikinci bakıştan yana…

Zira tezatları çağrıştıran tüm Doğu-Batı mukayeseleri ‘aidiyet’ hissiyatının baskısı altında manipüle oluyor. Öyle ki; Batı şer ise Doğu hayırdır. Batı hesabîlik ise Doğu hasbiliktir. Batı kalleşlik ise Doğu mertliktir vs…

Hemen her hikâyede başkahramanın senaristten taraf olması misali yukarıdaki tezatlar listesinde de pozitif unsurların nispet edildiği Doğu, ‘biz’ olmaktayız nedense. Batı ise karşımızdaki rakip veya düşmanımız…

Kendisini Batılı gören bir idrak aynı yerden düşününce bu kez de “Doğu tembellikse, Batı üretmektir. Doğu yaşamı boş vermişlikse, Batı hayata nizam vermektir” şeklinde düşünebilir pekâlâ.

Ama Doğuyu kalp, Batıyı akıl gibi algıladığımız vakit; ‘biz’ biraz Doğu, biraz Batı olabiliyor ve her ikisindeki bakiye nasibimizi arama şansına sahip oluyoruz. Sanırım, bu son paragraf birçok zihinde muğlak kaldı. Az evvelki örnek eşliğinde muradımızı açmaya çalışalım!

Evet; coğrafik manada dünyayı ikiye ayırıp Doğu ve Batı olarak inceleyince Doğunun kalbi, Batının ise aklı öncelediğini fark ediyoruz. Şunu da sosyo-psikolojik yönden biliyoruz ki; akıl tutarlılık arar. Kalp ise uyumluluk…

Tutarlılık arayan bir akıl, kategorize etmeyi sevdiği için zaman içerisinde akılcılık zaafına düşüp ötekileştirmeye başlıyor. Zaten getto tipi yaşam tarzından tutun da, etnik soykırımlar uygulamaya değin birçok pratiklerin sahibi olan Batı, ötekileştirmenin adeta kitabını yazmış durumda.

Uyumluluk arayan kalbin muhataplar arasında benzerliği öncelemesi gayet tabiiyken, -bu husustaki hikmetini yitirip- kalpçilik illetine düşen Doğunun ilgili konudaki en büyük defosu ise ‘aynı olmayı birlik ruhu’ zannetmesi. Öyle ki; “Benim gibi olursan kardeş oluruz!..” mesajını siyasi, teolojik, kültürel hemen her sahada gözlemliyoruz. Hani neredeyse “Herkes Fenerbahçeli olursa futbolda fanatizm biter” reçetesine dahi ulaşabilecek durumdayız.

Peki, akıl-kalp örneğinden hareketle Doğu-Batı okumalarımızın ideal karşılığı ne olabilir?

“Kalp ile akletmek…”

Bu tabir birçoğumuza tanıdık gelmiş olabilir. Hakeza kalp ile akletmek, Kurânî bir tabir. “Allah, Doğunun ve Batının Rabbidir” ayetinin de desteğiyle anlıyoruz ki; kalp ile akledenler farkları görürler. Bu farklar arasındaki ilişkiyi ve hukuku oluşturup onları birlikteliğe davet ederler.

Bu bakış bireyin irfâni hayatından, toplumun beşeri-siyasi yapılanmasına değin kendini gerçeklemeye devam eder. Nitekim kalp ile akletmenin mümessilleri olan ârifler, bu konudaki dertlerini “Vahdette kesret, kesrette vahdet” sırrınca anlata geldiler ve yaşamı bu şekilde anlamlı kıldılar.

Bundan habersiz veya uzak olan aklî-akılcı tasavvurlar ise yaşamı ekonomik ilişkileri ana kaynak alarak manalandırma yolunu seçtiler. Buradan hareketle ekonomi siyaseti, siyaset hukuku, hukuk değerleri, değerler bilgi-bilimi (epistomoloji), bilgi-bilim varlık-bilimi (ontoloji) oluşturdu. Hakeza bu silsile kendi içinde Batı’nın medeniyet algısını ve yolculuğunu özetler mahiyettedir.

Kalbî-kalpçi tasavvurlar ise merkeze erdemleri aldılar. Erdemlerin değerleri, değerlerin hukuku, hukukun siyaseti, siyasetin yeniden hukuku, hukukun değerleri, değerlerin ise erdemleri etkilemesi şeklinde bol geri dönüşlü bir silsile takip ettiler. Doğunun kurucu olmaktan uzaklaşması, kaoslardan kurtulamaması, değişik periyotlarda “Sil baştan!..” uygulamalara girişmesinin en önemli sebebi bu durum olsa gerek.

Hâlbuki -bu örneğe göre- kalp ile akleden bir algı için temel olan varlık bilimdir. Buna Batı’da “Ontoloji”, Doğu literatüründe ise “Fıtrat” denilmesi sonucu değiştirmiyor. Hikmeti kuşanıp Doğuyu ve Batıyı aynı idrakte buluşturabilen bir tasavvur varlık-bilimden bilgi-bilime, bilgi-bilimden değerlere, değerlerden hukuka, hukuktan siyasete, siyasetten ekonomiye giden yolu izler. Nitekim ulaşılan o son noktanın ana tavrı, “Kalbinizle akledin!..” diye emredilen Kitapta “İnfak” kavramıyla anlatılır.

Nedir infak? Paylaşma ve fedakârlık ahlâkı…

Kendisine riayet edildiği takdirde sermayenin-gücün birkaç elde toplanmasına mani olan bu infak ahlâkını uygulamak yerine Komünizm tecrübesini ayrı ayrı deneyen Doğu ve Batı maalesef sonuç elde edemedi.  

Tezat değil, bütünleyici ve yekdiğerine muhtaç “Akıl-Kalp” örneğine benzer ikinci Doğu-Batı kriteri “Söz” ve “Göz” eşleniğidir.

Evet; Doğu, kulağa hitap etmeyi sever. Bu yüzden sohbet etmeye bayılır. Kelimelerin sihrine vakıftır. Şiirsel anlatımlar, türküler, atasözleri ve deyimlerin çokluğu ve derinliği konusunda iddialıdır. Aynı durum şuur-niyet sapmasına uğrarsa söz medeniyeti anında dedikoduculuğa ve lak lak ile ömür tüketmeye döner.

Batı, göze hitap ettiği için suretleri sever. Şiirden ziyade tiyatroya meyletmesi, resim ve heykelde Doğuyu gölgelemesi bundan sebeptir.

Doğunun ve Batının Rabbi olan Allah, insanlığa gönderdiği ilk Kitap olan Tevrat’ta “Dinle!..” diyerek emretmiş. Devam eden İncil’de en çok “İzle!..” demiş. Son Kitabının ilk emrini “Oku!..” buyurmuş ve yine aynı Kitapta en çok “Aklınızı Kullanın!..” diye emretmiş ve bu emrini “Kalp ile Akletmek” şeklinde zirveye taşımıştır. Bu ilahi emirlerin insanlıkla buluşma kronolojisi dahi şahittir: İşiten insanlık gören insanlıktan, gören insanlık ise okuyan insanlıktan daha geri aşamadadır. İşiten, gören ve okuyan insanın tekâmülü akleden ve ille de kalp ile akleden insanlıkta zirvesini bulmakta…

Konumuza dair bir başka kritere göre Doğunun toplumsallık, Batının bireysellik vazettiğini de söyleyebiliriz. Nitekim dünyanın yakın yahut uzak Doğusunda insanlar toplum için yaşamaya zorlanır. Herkes gibi olmayı erdem zannederler. Hukuki yaptırımlardan ziyade toplum tarafından kınanmaktan veya dışlanmaktan korkarlar. Oysa Batılı insan kendi olmayı kutsar. Bu amaçla bireysel çıkışlarda bulunur ama maalesef bu çıkışların son durağı bencillik olur. Empatinin can çekiştiği, sahiplenme hırsının zirve yaptığı bir sürecin nihayetinde hem pozisyonlarıyla yarışmaktan gayrı tükenen ve bencillik hapishanesinde daha fazla yaşamaktan korkan böylesi bir Batılı için kurtuluş, intihardır gayrı. Nitekim Batı’nın iftihar ettiği şeylerin en yoğun yaşandığı ülkeler aynı zamanda intiharlara da en sık rastlanan yerler.

Bu iki tavrı-süreci aşacak olan tasavvur, birey-toplum dengesini oluşturabilmek yani şahsiyet-hüviyet eğitimi neticesinde ferdiyeti oluşturabilmektir. Âlemlere Rahmet Efendimizin (sav), her birini ayrı birer yıldız olmakla taltif ettiği ama hepsini tek yekûnda “Ashab” olarak zikrettiği insanları yetiştirmesi böylesi şahsiyet-hüviyet eğitiminin ilk örneği ve rol modelidir. Biri diğeriyle aynı olmayan, çoklu bakabilen ve bu zenginliği biricik amaçta buluşturup ‘Bir ve Tek Olana’ adamak meselemizin bam teli doğrudan…

Yukarıda örneklenen ‘birbirlerini bütünleyici’ üç ayrı kriter üzerinden Doğu-Batı mukayeselerine baktığımız gibi daha bir çok kriter sayma imkanına da sahibiz. Tüm bu analizlerin nihayetinde şunu gözlemliyoruz: Biz ne Doğuluyuz, ne Batılı?..

Doğunun ve Batının Rabbine, ismiyle müsemma şekilde kul olabildiğimiz takdirde tüm Doğu-Batı imajlarını-çağrışımlarını aşmış halde ‘Yeryüzünün Halifesi’ ve hatta ‘Yeryüzüne Vâris’ olabiliriz. Öylesi bir demde elbette ki; Doğuda biziz, Batı da…

Selam ve dua ile…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir