Kötü mesajlı iyi filmlere dair – Elif Sönmezışık

Kötü mesajlı iyi filmlere dair

– Elif Sönmezışık –

Sinema, izlenerek algılanan başka sanatlardan epey fazlası. Modern dünyanın en yetkin yansıtıcısı, güdüleyicisi, fenomeni. Algıyı dürten ve kuşkusuz ona hükmeden enstrümanların bütünü. Ve elbette, gün geçtikçe ve teknik geliştikçe daha fazlası…

Resmin, fotoğrafın, motifin, stilize ve soyut betimlemelerin ötesine geçip, sesi ve müziği birleştirip görüş derinliğinden faydalanıyor, üç boyutlu bir sistemle duyguları değiştirebiliyor, çoğu zaman kişinin algısına göre değil yönlendiren bir kodlamayla zihinde yerleşik bir alan açıyor. Böylece biriken sesli ve hareketli görüntüler, hayatın akışı içindeki türlü karşılaşmalarımızda sık sık çağırdığımız imgelere, şablon anekdotlara dönüşüyor. Farkında olmaksızın ezberlediğimiz ve sonraları ezberlediğimizi dahi hatırlamadığımız klasörler açıyor. Çağırmadıkça kayıp sayılan, yoklamalarda yok yazılan gizli şifreler hâlinde depolanıyor.

İlginçtir ki, filmin neyi hedeflediği ve kurgusu -eğer bir sanat endişesi taşıyorsa- herkese göre değişebilen algı özelliklerine bağlı. Yani algılanabildiği kadar… Ama sistematik ve yönlendirici bir kodlama bütünüyse iş değişiyor; altında kalmanız istenen etkilerden kaçamayacağınız kült imgeler hücum ediyor. Tabii eğer bunun farkında değilseniz ve herhangi bir direnç geliştiremiyorsunuz, bu taarruzla başa çıkamıyorsunuz.

Dolayısıyla sinemanın göz ardı edilemez gücü, çağımızda kitleleri etkileyen, hatta hipnotize eden bir koordinasyon merkezine karşılık geliyor. Merkez de koordinatlar da belli. Televizyona, sosyal medyaya ve daha birçok iletişim bağımlılığımıza rağmen klasik sinema izleme alışkanlığını terk etmemenizden de anlaşılabilir bu etki. Görüntüler ve görüntülerin hitap ettiği insanların yaş ve kültür sınıflarına uygun olup olmadığı üzerinden gidecek olursak “algılanabilir” olan her tür iyi-kötü, güzel-çirkin, olumlu-olumsuz, kabul edilebilir-edilemez görüntüler, zihinlerde birer gömüt hâline geliyor şüphesiz. Bu, güzel, iyi ve faydalı şeyler söz konusu olduğunda kimi zaman iyi bir şey. Çirkin, kötü ve faydasız şeyler söz konusu olduğundaysa bir felaket.

Sezginin filmini çekebilen yönetmen David Lynch’ın bir sözü sinemanın tarifi için son derece uygun:

“Her zaman bir şeyin bir yüzeyi vardır, bir de yüzeyin altında olan tümüyle bambaşka bir şey vardır. Tıpkı dönüp duran ama bizim göremediğimiz elektronlar gibi. Filmlerin yaptığı şeylerden biri de size bu çelişkiyi göstermektir.” diyen Lynch sözü, aslında sinemanın uzun yıllardan bu yana üstlendiği “gizlilik” misyonunu anlatmaya yeter.

O “görünmeyenlerle” hangi filmlerde karşılaşacağınız ve “görünmeyeni” fark edip etmeyeceğiniz, şahsi görüş tecrübenizle sınırlı. Çünkü çirkin, kötü ve zararlı zihin göndermeleri içeren filmler, genelde benzer sunum dilinin hâkim olduğu dünya sinema sektörünün belli başlı yapımlarında yoğun olarak kendini gösteriyor. Bu ince işçilikle harmanlanmış kod programları, gişesi izleyiciyle dolup taşan yapımlar için biçilmiş kaftan oluyor. Çünkü bu çabaya değiyor. Siz görsel ve işitsel olarak en çok “eğlence” hissini tatsanız da arka planda, son zamanlarda aleni olarak da öne çıkarılan eşcinsellik, kişisel/toplumsal bunalım ve şiddet metaforlarının taşıcısı konumunda. İşin tuhaf tarafı çok iş yapan filmlerin taklidine yeltenenler de bu gizli şifrelerin birçoğunu farkında olmadan muadili olarak yansıtmış oluyor ve domino taşları gibi hızlı bir akış ve döngü ile salgın hastalık gibi her yerde karşımıza çıkan -sosyal medya dili ile- giflere dönüşüyorlar. Her biri küçük kliplere sığdırılmış ölümcül paketler hâline geliyor.

Bir komplo teorisi gibi, özellikle 2005 sonrasında birçok eğlence unsuru arasında öne çıkan sinemanın kötü aşılamalarına dair, bilinçlendirici türlü yayılımlar sağlandı. Bunların görsel ve işitsel yayılımlar olmasının yanında, yazılmış binlerce kitap var. Hiçbiri sektör tarafından desteklenmediği için ikinci sınıf bir kurgunun parçasıymış gibi algılanıyorlar. Ancak insan üzerinde meydana getirdiği psikolojik etkiler bir bütün olarak düşünüldüğünde, sinemanın iyiye ve salt kötüye hizmet edebilen en kuvvetli kamufle aracı olduğu netlik kazanıyor. Ortaya konulan bilimsel dayanaklar, sinemayı iyinin elinde iyiye, kötünün elinde kötüye hizmet eden modern bir silah olduğunu anlatmaya yetiyor.

Karanlık sinema salonlarında perdeden fışkıran sessiz renkler ve biçimlerin bile zihne istenilen tohumu atmaya yetecek sihirli bir ortam oluşturduğu gerçeğiyle yüzleşmek; dünya sinema tarihine şöyle bir bakıp geçemeyeceğinizi, devletleri, milletleri, kavimleri ve her türlü topluluğu maniple etmek için ne kadar kuvvetli bir araç olduğunu anlamanıza yeter.

Zira hayat boşluk kabul etmez. İyiler, güzeller ve faydalılar meydanda değilse orayı hızla kötülük, çirkinlik ve zarar vericiler doldurur. İyi niyetlilerin kendi içinde kamplaşması kötülüğü silmeye yetmeyecektir.

Bugün yaşayan her nesil hayatlarımızı tıka basa dolduran sinema rüzgârlarından mutlaka etkilenmiştir.

O zaman yüzeyin altının da üstündekinden farklı bileşenlerle dolu olmadığı “iyi” yapımlara ihtiyaç var. Bu yapımlara imza atacak iyi yönetmenlere ve yapımcılara ihtiyaç var. Var olan yetişmiş iyi niyetli sinemacıların değerlendirilmesine ihtiyaç var. Onların keşfine ve desteklenmesine ihtiyaç var.

Yalnızca sinema konusunda değil, her türlü iletişim aracı konusunda endişeli olmaya ve titiz yaklaşmaya ihtiyaç var.

 

Filmlere dair misaller sonra’ya kalsın… 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir