GUANTANAMO’DAN ÇELİŞKİLİ BİR TUTAM

GUANTANAMO’DAN ÇELİŞKİLİ BİR TUTAM

– Elif SÖNMEZIŞIK –

Son zamanlarda “kötü mesajlı iyi film” deyince, aklıma aniden Camp X-Ray/ Işın Kampı (2014) geliyor. Bu kritik biraz da bu çağrışımın sebepleri üzerine… 

Aslında sarsıcı bir psikolojik dram. Fakat böylesi filmlerin tür bakımından o kadarla sınırlı kalmaması, savaş ve şiddet altyapısıyla harmanlanması becerisi şaşırtmıyor artık.
Amerikan sineması, Ortadoğu’da yaşanan -bize göre işgal, onlara göre savaş- ve menşei itibariyle sebep olduğu karmaşayı diline doladığından beri, insan kalbine ve duygularına karşıt kanallardan inebilen nadir yapımlardan biri Işın Kampı. Filmin ana merkezinde duran asıl “reklam” malzemesi ise, İslamofobi’nin en büyük yeraltı çukuru sayılan ve dünyanın işkence merkezi olarak her Başkanlık seçiminde “kapatılması” meselesiyle ABD’nin ve dolayısıyla dünyanın gündemine oturan Guantanamo’yu, insan haklarını kusursuz uygulayan, şiddetten sterilize edilmiş bir tutuklu hapishanesiymiş gibi gösterme durumu.

Standartlar, prosedürler ve tutuklu psikolojisini titizlikle takip etme vurguları, hep bu imaja hizmet ediyor. Gizliliği konusunda sayısız efsanenin dolaştığı ve hakkındaki korkunç iddialara dair hakikat payı giderek çoğalan mekânı, bu kadar basit ve sıradan tarif etmenin bir algı inşa etme gayreti olmadığını söylemek saflık olur. 

Filmin “imaj kaygısı”ndan arta kalan insani öyküsü ise, dar gelirli ve alt tabakadan Amerikalı gençlere odaklanmaya çalışıyor. Başkarakter Amy’yi askerlik yapmaya sürükleyen, altı kırmızı kalemle çizilmiş Amerikan toplumuna has mecburiyetlere dikkat çekiliyor. Eskimeyen Amerikan rüyası eleştirisi burada da var, ama hayallerin rotası sıradanlıktan uzak. Amy ve türevi gençlerin asker olmaktan beklentisi Irak’a gönderilmek. Irak öncesinde Guantanamo’da duraklayan Amy, bu bakımdan bir hayal kırıklığı yaşıyor. Bir bakıyorsunuz Irak’ta savaşmak, hem maddi hem de manevi tatmin için sıradan Amerikalı gencin yeni ve trajik rüyası oluvermiş. Bu pekiştirme gayretinin sebebi, Amerikan toplumunda Irak işgalinde paralı asker olmanın parası haricinde bir cazibesinin artık kalmamış olması ve işgal milliyetçiliğinin giderek kokuşması.

Guantanamo kamplarında tutulan ve Amy’nin gardiyanı olduğu koğuşta kalan Ali ise, bütün Arap tutukluların “vahşi” olmadığını anlatan numune bir figür âdeta. Batı’nın İslamofobi’yi, her tür medya unsuruyla körüklediği ve her Müslüman Ortadoğuluyu, kana susamış vahşi bir hayvan gibi betimlediği düşünüldüğünde; filmde çizilen Ali tam anlamıyla hiçbir zaman normalleşemeyecek insani özelliklerini doğduğu topraklarda en başta yitirmiş, ama insan olmaya dair umudunu yitirmemiş, bunun için gerekirse düşmanına bile sempati besleyebilmiş, filmdeki Batı formatına göre “en insan” Ortadoğulu.  Ali’nin arasından fışkırtılan bu ılıman iklim, Guantanamo’nun sicilini unutturma bahsindeki en etkili argüman olarak sunuluyor. Onca özen ve titizlik içinde kendinden vazgeçmeye meyilli Ali’yi, bu depresif hâlinden ötürü neredeyse şımarıklıkla suçlamanız gerekiyor. 

Hücrelerdeki her Ortadoğulu için içseslerden yükselen “onlar da insan” seremonisini bölmeye meyilli bir Arap-Müslüman tepkimesi var. Çabuk öfkeleniyorlar, aralarında çok hızlı organize oluyorlar, ellerinde bir silah olmasa bile çıplak elleriyle dahi son derece tehlikeliler, hepsi intihara meyilli, suçlu olup olmadıkları belli değil çünkü ya ağızları çok sıkı ya da yalancılar, Kur’an-ı Kerim’i herhangi bir terör eylemine alet edebilecek tıynetteler! Bütün bu imaj kargaşası içinde tüm hakları ellerinden alınmış bir grup “terörist” olduğu su götürmez bu Müslümanların, akıbetleri hakkında en ufak bir fikrinin olmamasına ve filmde çizilen beş yıldızlı hapishaneye rağmen hissedilen klostrofobik atmosfer son derece etkileyici. Tutukluların delirmenin sınırında gezinmelerine dair betimlemeler, inançla hayata tutunma gayretinden yalıtılmış gösterilseler de olası bir gerçekçilik barındırıyor.

Işın Kampı, ne tür bir hassasiyeti dile getirdiğinin son derece farkında olan bir yapım. Filmin senaristi ve yönetmeni Peter Sattler; fantastik filmlere görsel katkılarıyla tanınan ve bu yapımla ilk uzun metrajlı filmini çekmiş olan bir yönetmen. Ortalama bir sinema izleyicisini filmin tarafsız olduğunu düşündürtecek kadar teknik anlamda başarılı olduğunu söylemek mümkün. Çünkü yargı en başta geliyor. Guantanamo’da mahkûm değil de yalnızca “tutuklu” hükmüyle insanların tutulabildiğine, zira mahkûmların insan haklarını sonuna kadar sahipken, tutukluların bundan mahrum oluşuna dair önemli bir gönderme var. Fakat sebep olduğu algı kırılması yüzünden bu gönderme yetersiz kalıyor. 

Batı’nın İslam’ı, Müslümanlığı ve Ortadoğu’yu konu eden sektörün parçası olan her tür çalışmada Oryantalist bakışın eksik olmadığını artık biliyoruz. Filmde bu bakıştan en çok payını alan Kur’an-ı Kerim oluyor. Bu durum, çirkin konumlamalar ve hareketlerle kodlamış. Kitapların taşındığı el arabasının gösterildiği sahnede Mushaflarının bir kısmı en altta, zemine çok yakın raflara yerleştirilmiş. Tutukluların Kur’an okuma bahanesi ile eylem planlamaları da İslam’ı terörizmle eşleştirme girişimi. Ali dışında hiçbir tutuklunun İngilizce bilmemesi ve üniversite mezunu olmaması da İslam’ı cehaletle, Müslüman’ı aptallıkla örtüştüren satır arası unsurlar. 

Amy, gördüğü dram karşısında bocalayan ve kural silsilesini kıran bir sıra dışılığı temsil ediyor. Amerika’nın kaybetmiş kitlesinden bir örnek Amy. İlginç olan ise, Amy ile olan iletişiminde dinî zaruretlerden taviz vermeyen Ali’ye, kritik bir anda artık hiçbir şeye inanmadığı söyletilerek Amy ile ortak bir özellik oluşturulması. Guantanamo’yu neredeyse bir cennet gibi hayal etmemiz gerekirken, tutukluların neden orada olduklarını ve ne kadar kalacaklarını dahi bilmemeleri yüzünden yaşadıkları dramla yüzleşiyoruz. Filmin belki de en can alıcı kısmı burası. Ama psikolojik baskı konusundaki objektif tutumunu, fiziksel şartlarda

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir