EĞİTİM VE KÜLTÜR SEVDALISI BİR HANIMEFENDİ AYLA AĞABEGÜM
Eğitim ve Kültür Sevdalısı Bir Hanımefendi Ayla Ağabegüm
– Fatma Gülşen KOÇAK –
Son İstanbul beyefendilerinden Merhum Süheyl Ünver’in çok sevdiğim bir sözü var. Ünver der ki: “Ebedi olan ruh güzelliğidir. Bu dünyada hiçbir güzele âşık olmadım, bütün güzelliklere âşık oldum. Bu memleket fakir değildir. Bütün çektiği örnek adam fakirliğidir. Ruh güzelliğine sahip kişilerin azalmasındandır.” Gerçekten de günümüzdeki en büyük problemlerimizden birisi merhumun zikrettiği gibi örnek insan kıtlığıdır. Ruh güzelliğine ermiş ve ruhunda olan bu güzelliği çevresine yayabilecek ehl-i dilin azlığıdır. Tamamen umutsuz da değiliz elbette. Çünkü şartlar ne olursa olsun, bu mübarek coğrafyada güzel insanlar, vatanı milleti için fedakârca yaşayan örnek şahsiyetler bitmez. Kendi dertleri yâdlarına gelmeden, milletin evlatları için ömrünü siper eden bu ruh kahramanları günümüzde de yaşıyor. İşte o güzellerden birisi eğitim ve kültür insanı; Ayla Ağabegüm.
Ayla Hanım’ın çok zengin ve renkli bir hayat hikâyesi var. Belki bir uzun hikâyeyi çok aşacak, belki bir romana bile sığmayacak bir hayat zenginliği… Şükrü Bey ile Saadet Hanım’ın kıymetlisi… Annesi; Nişantaşı Kız Ortaokulu’nu bitirmiş, devrin şairlerinden Şükufe Nihal’ın öğrencisi olmuştur. Edebî zevkini bu öğretmeninden alan Saadet Hanım, küçük yaştayken, Çanakkale Savaşı’nda subay olan babası Mehmet Sadettin Bey’in şehadet haberi gelir. Ayla Ağabegüm’ün kader çizgisine şehit torunu olmak yazılır. Çocukluk yılları dolu dolu geçer. Çocuk olmanın bütün bahtiyarlığını yaşar. Akrabaları ve komşularının sevgilerine mazhar olur. Babası Şükrü Bey, Cumhuriyet’in ilk yıllarında siyasetle ilgilenmiştir. Şükrü Bey, Anadolu’nun kalkınması için projeleri olan ve aileden kalan bütün mal varlığını bu uğurda harcayan önemli bir girişimcidir. Fakat hayalleri gerçeklikle barışmaz. İşlerin beklendiği gibi gitmediğini gördükten sonra, girişimciliği bırakarak memur olur. Hayatını bu şekilde idame ettirir. Ağabegüm, liseye başlamadan bir önceki yıl vefat eder babası. Kadim kültürümüze vâkıf, ibretlik menkıbeleri kızıyla paylaşmayı seven baba, şiir dünyasının da ulularını bilir ve kızıyla onların kutlu kelimelerini, mübarek mısralarını paylaşır. Yunus Emre’den, Rıza Tevfik’ten ve Âkif’ten okunan şiirler daha o yıllarda gönül dünyasına temas eder Ayla Hanım’ın.
Elazığ yılları da yetişmesi için bereketli geçer. Ayla Ağabegüm, öğretmenleri bakımından çok şanslıdır. Nitelikli, derin kültüre sahip hocalardan dersler alır. Ayrıca taşrada her çocuğa nasip olmayacak bir nimete erişir. İstanbul’dan kendisine özel olarak getirilen kitaplarla, edebiyat âleminin gizemli şahsiyetleri ve kahramanlarıyla ünsiyet kurar. İstanbul’da istifade ettiği annesi, özellikle babasının vefatından sonra, hayatının merkezindeki en sevgili insandır. Hayatına değer katan en önemli şahsiyettir. Hayata öğretmen olarak güzellik katmasındaki en büyük yönlendirici, annesidir.
Türk Dili ve Edebiyatı’nı kazanmasıyla birlikte kültürümüzün baş şehri İstanbul’un kapıları ardına kadar açılır Ayla Hanım’a. Devrin dev isimleri fakültede hocası olur. Bugün her biri otorite olan, günümüz hocalarının hocası şahsiyetlere talebe olma şerefine nail olur. Kimler yoktur ki onlar arasında… Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan, Faruk Kadri Timurtaş, Ali Nihat Tarlan, Reşit Rahmeti Arat, Mahir İz, Muharrem Ergin, Necmettin Hacıeminoğlu… Ayla Hanım’ın millî ve yerli kimliğinin kuvvetlenmesinde, bu kimliğin zihin dünyasında pekişmesinde hocalarının katkısı büyüktür. İdealist bir eğitimci İstanbul’daki öğrencilik yılları dolu dolu geçer. İstanbul’un kendisine kattıklarının farkındadır. İstanbul’a âşıktır fakat mesleğe atılmasıyla birlikte bu kadim şehirden ayrılmak zorunda kalır. Adana’ya tayini çıkar. Anadolu, fedakârların yurdudur. Kendisi gibi fedakâr öğretmeni bağrına basar. Millî değerlerine bağlı, yerli düşünen ve kendisini bu topraklara ait hissedecek bir nesil yetişmesi adına gece gündüz çırpınır. Öğretmen olmanın kutsiyetini, ruhunun derinliklerinde hisseder. Vazife şuurunu bütün bedeniyle kuşanır. Adana günlerini boş geçirmez. Üsküdar Kız Lisesi’ne tayininin çıkmasıyla yeniden sevdalısı olduğu İstanbul’a döner. Örnek ve öncü bir öğretmen olarak, öğrencilerinin tarihe dost olmaları noktasında büyük gayret gösterir. Çanakkale gibi destansı bir mücadelenin farkında ve fevkinde olmayan talebelerini görünce; kollarını sıvar ve bir direnişçi edasıyla millî şahlanış başlatır her birinin dimağında. “Ülkeler topla tüfekle değil; tarih, kültür ve benliğinden uzaklaştıkça yok olur. Eğer ülkemizin yüzyıllar boyunca yaşamasını istiyorsak dilimize, şiirimize, musikimize sahip çıkmalıyız.” diyen Ayla Ağabegüm, ömrünü bu aziz davaya adar.
Ahmet Kabaklı ve Türk Edebiyatı Vakfı’nda tanıştığı ve birlikte birçok çalışmaya imza attığı Ahmet Kabaklı’ya, öğrencilerinin yazdığı kompozisyonları bir metin hâlinde birleştirip gönderen Ağabegüm, o heyecanını şöyle anlatır: “Kabaklı Hoca, hem siyasi hem de edebî çalışmalar yapmış biri olarak 23 Mayıs 1980 tarihli köşe yazısında benim metnime yer verdi. ‘Çocuklarımız Masum ve Işıl Işıl’ başlıklı bu yazısı, ilgililerin de dikkatini çekti ve 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi, o gün bugündür tüm yurtta kutlanmaya başlandı.” Hayatında iz bırakan en önemli isimlerden birisi şüphesiz Şeyhü’l-Muharririn Ahmet Kabaklı’dır. Ağabegüm’e göre Kabaklı, tarihten çıkıp günümüze gelmiş bir alperendir. Alperen olmanın hususiyetlerini üzerinde taşır. “Son alperenlerden olan Kabaklı Hoca, Selçuklu’dan Osmanlı’ya intikal eden ruhun; sanata, müziğe, edebiyata, şiire yansıması ve o ruhu yaşatabilmenin derdini taşır.” Bir neslin yetişmesine önemli katkılar sunan Türk Edebiyatı Dergisi ve Ahmet Kabaklı, Ayla Hanım’a da önemli birikimler kazandırır. Dergi birçok insana olduğu gibi ona da bir okul hüviyetindedir. Kabaklı Hoca da o okulun güler yüzlü öğretmeni olur. Hoca’nın kendisini en çok etkileyen yanı ise dünyalığa karşı hırsının olmaması, pazarlıklara girmemesi, olana razı olmadaki engin duruşudur. Dergideki işler biter bitmez, hemen bir hasta ziyaretine koşması, insanlara değer veren arifane tavrı kendisini çok etkiler.
Türk Edebiyatı zorluklara direnir. Sekiz yıl boyunca Türk Edebiyatı Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlenecek, hizmetlerinin karşılığı, yeni dostlar ve edinilen faydalı tecrübeler olarak kendisine geri dönecektir. Türk Edebiyatı Dergisi; Türkiye’de kültüre, sanata ve sanatçıya verilen değerin; daha doğrusu verilmeyen değerin tezahürü olarak hep zorluklarla çıkar. Önüne hep müşküller vardır. Lakin Kabaklı Hoca’nın samimiyeti ve iyi niyeti ile bütün zorluklar aşılır. Yine böyle zor zamanların birisinde dergiye, “Alarm! Kapanıyoruz!” diye bir yazı yazılır. Ayla Hanım’ın bu durumla ilgili bir hatırası şöyledir: “Almanya’dan bir okuyucu, on doları varmış, onu göndermiş dergi kapanmasın diye. Bunun üzerine oturup düşündük; evet kapanmayalım, biraz daha direnelim, dedik. Ayrıca Hoca, gençleri sever ve dergide gençlerin yazılarına da yer verilmesini isterdi. Türk Edebiyatı Dergisi’nden birçok yazar ve şair yetişti. Hep usta isimlerin yazmasını istemezdi.” Türk Edebiyatı, gençlerin yetişmesine büyük katkıda bulunur. “Yazı; Allah’la yazar arasında antlaşmadır.” diyen Ağabegüm, yazılarının çoğunu bu dergide kaleme alır.
Ağabegüm, günümüz insanını bazı hususlarda eleştirir. Müslüman kesimin, ticaretle ve siyasetle daha yakından ilgilenmeye başladıktan sonra, bir yozlaşma ve dünyevileşme sürecine girdiğini düşünür. Gençler üzerine kafa yorar. 2000’lerden sonra özellikle gençlerin eskisi gibi idealist düşünmediklerini, şimdiki gençlerin bir şey yapmadan isim ve kariyer yapma peşinde olduklarını ifade eder. “Bir şeyler yapmaya çalışanlar ise yaptıkları işin hemen bir karşılığı ve getirisi olmasını bekliyorlar.” diyerek gençlerle ilgilenmenin, onlara ideali aşılamanın önemini vurgular. Her şeye rağmen ümidini kesmez. Biz dürüst, Allah’a inanan, inandığını yaşayan, Efendimizi örnek alan gençler yetiştirebilirsek; medeniyet ruhunu yeniden ihya edebileceğimizi dillendirir. Bu yüzden de gençlerle çok vakit ayırır. Onlara elinden geldiğince rehberlik etmeye çalışır. Yani öğretme ve öğretmenlik aşkı emeklilik falan dinlemez.
Ömrü edebiyat dünyasının içinde geçen Ağabegüm, bugünkü edebiyat dünyasından hoşnut değildir. “Edebiyatımız diriltici, hikmete yaslanan ruhtan yoksundur.” der. Bu görüşünü şu örnekle destekler: “Oturduğumuz evler, sokaklar, mahalleler ve bizim yaşama üslubumuz… Bana kalırsa birbirine bakan, bahçesiz, ruhsuz evler, apartmanlar, zenginle fakirin kalın bir çizgiyle ayrıştığı siteler aslında bir anlamda nasıl bir edebiyatımız olduğunun da göstergesi… Eğer bizim eskisi gibi diriltici, kuşatıcı, medeniyet inşa edici bir edebiyatımız bugün de söz konusu olsaydı; en basitinden yaşadığımız mekânlar böyle boğucu olmazdı. Bir eski evlere, yaşama üslubuna bakınız; bir de bugünkülere… Böylelikle nasıl diriltici bir edebiyattan uzaklaştığımızı ve bir şey inşa edemeyen bir edebiyata sürüklendiğimizi görebilirsiniz. Demek ki o zamanın edebiyatı ve sözü, bir ruh ve edep inşa etme hususunda ileri bir noktadaydı. Şimdiki edebiyatımız ise, edep ve bir ruh inşa etme noktasında tesirsiz kalıyor.”
Türkçe duyarlığı, dil hassasiyeti yüksektir. Dil meselesinin, bir milletin varoluş mücadelesinde ne anlama geldiğini iyi bilir. Gençlerin internet dilini, hayatın her alanına yaymalarına üzülür. Akademik kariyer yapan isimlerin, onlarca kitabı olan yazarların “atıyorum” kelimesini kullanmasına fena hâlde bozulur. Kelli felli adamların hayret ifadesi olarak “yuh be” demesi karşısında kahrolur. Dili kaybetmekle inceliklerin yitirildiğine, edebin kaybolduğuna şahitlik etmenin acısını aydın yüreğinde hisseder. STK’ların Türkçe konusunda yeterli gündem oluşturmamasına kalbi razı olmaz. Dil konusunda şu tespiti yapar: “Bu konu, bir terör konusu, bir siyasi konu kadar önemli. Çünkü bir süre sonra bu daha da öteye gidecek. Dil, birlik-beraberlik unsuru olduğu kadar geçmişle de bağımızdır.”
Hediye vermeyi sever. Veren elin alan elden üstün olduğunu bilir. Kendisinde olanları paylaşır. Özellikle hediye vermeyi sever. Bu konuyla ilgili kendisine sorulan soruya şöyle cevap verir: “Hediye almayı da, vermeyi de çok seviyorum. Aldığım kişi neyi severse sevsin, yanına bir kitap almak âdetimdir. Hediyenin ruha bir katkısı olmalı. Hediyeye kafa yormalı alan kişi. İhtiyaç sahibi ise bir ihtiyacını giderebilmeli. Zengin olana pahalı, fakir olana basit hediye alanlara çok üzülüyorum.” Kendisini dinleyenlere, kendisini sevenlere naif nasihatleri vardır. “Geleneklerinize sahip çıkın, devam ettirin. Aile içinde sahip çıktığımız müddetçe geleneklerimiz ölmez.” der, Ağabegüm. Komşuluk ilişkilerinin önemini yeni nesillere aşılayan Ağabegüm, komşuluk ilişkilerinin her zaman canlı tutulması gerektiğini savunur. Şunu der: “Komşularınızla her zaman iyi geçinin. Ve unutmayın ki, her zaman yanınızda olmaları, sizin için çok önemlidir. Hasta ziyaretlerine gidin ve hasta insanlara her zaman yardımcı olun. Pahalı ve şaşaalı hediyeler almaktan kaçının. Hediyelerinizi gönülden geldiği şekilde alın.”
Ayla Hanım yaşları ne olursa olsun, herkese dosttur. Dostluğun sırrına ermiştir. Tanıştığı her insana karşı saygı ve sevgisini eksik etmez. Dost olmaya, dost kalmaya önem verir. Modern hayat içerisinde bir yılı geçmeyen dostluklara biraz da şaşkınlık içerisinde üzülür. Ağabegüm, bugün ilişkilerin karşılıklı menfaatlere dayandırıldığı için dostlukların bozulduğunu düşünür. Ağabegüm’e göre, “Dostlukta mizaçların aynı olması şart değildir. Biri sakin, diğeri agresif olabilir. Önemli olan o agresifliğin perde arkasını okuyabilmek.” Dostlarına çok şey kattığı gibi, dostlarından da çok şey kazanmıştır. Bu dostlarının başında Belkıs İbrahimhakkıoğlu gelir. İbrahimhakkıoğlu ile dostluğu, kendi tabiri ile dünyaya daha güzel bakmasına sebep olmuştur. Bu konuda çok desteğini görmüştür. Yine hem öğrencisi, hem de dostu olma bahtiyarlığına eren Yazar Sibel Eraslan, Ağabegüm’ün destansı dostluğunu edebiyatın zarif kelimeleriyle şöyle anlatır: “Yaşı kaç olursa olsun, ondan beklenen hep annelik, hep fedakârlık, hep irade, hep vatan sevgisi, hep ideal, hep çalışkanlıktı… Mehmed Âkif’in şiirlerinden çıkıp gelmiş gibiydi. Sadece kitap hediye etmezdi öğrencilerine. Sabah kahvaltısı yapmadığını düşündüklerine gizli harçlık, yağmurdan ıslandığını fark ettiklerine gizlice palto verir; eteği sökülmüş küçük kızların eteklerini teyeller, sırrını açacak birisini arayan yatılılara dert ortağı olurdu.” Ayla Hanım’a hayırlı uzun ömürler ve tesiri yüz yıllarca sürecek hizmetler diliyoruz.